19 Mayıs 2015 Salı

Türkiye’nin kaderi ve stratejik oylar


7 Haziran’da yapılacak seçimlere aşağı yukarı 2 hafta kaldı. Türkiye belki de tarihinin en önemli, en kritik seçimlerini gerçekleştirecek. Seçmenler verecekleri oylarla sadece 5 yıllık bir dönem için ülkeyi yönetecek bir siyasal kadroyu değil, ülkenin kaderini de belirleyecek. Gönül isterdi ki 13 yıldır iktidarda bulunan AKP ve AKP üzerindeki vesayetini artırarak sürdüren Erdoğan demokrasiyi içine sindirmiş olsun, bu seçimler de sıradan seçimler olsun ve demokratik hukuk devleti ile Türk tipi bir diktatörlük arasında yapılacak bir seçime dönüşmesin.
Ama ne yazık ki, Erdoğan ve AKP, demokratik kurum ve kural adına ortada hiçbir şey bırakmayarak, Anayasa ihlallerini gündelik bir uğraş haline getirerek sıradan bir demokratik seçimi demokratik rejimin devam edip etmeyeceğine karar verilecek kritik bir oylamaya dönüştürdü. Bu yüzden Türkiye 7 Haziran’da ülkeyi hangi partinin yöneteceğini değil, ülkenin nasıl bir rejime sahip olacağını oylayacak. Alternatifler net. Bir tarafta, bugüne kadar gerçek anlamda bir demokrasiyi becermemiş bir ülke olan Türkiye’nin 150 yıllık demokratikleşme tecrübesinin üzerine oturduğu parlamenter demokratik hukuk devletini kemale erdirme arayışı. Diğer tarafta hukuksuzluk, despotluk ve keyfilikte ne kadar derinleşebileceğini bugünden tahmin edemeyeceğimiz bir tek adam diktatörlüğü…
Siz “başkanlık sistemi”ni dillerine pelesenk etmelerine aldanmayın. Arzuladıkları şey net güçler ayrılığı sistemine, denge ve kontrol mekanizmasına ve adem-i merkeziyete dayalı demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü bir sistem asla değil. Adına gönül rahatlığıyla “diktatörlük” ya da “sultanlık” diyemedikleri için “başkanlık sistemi” diyerek şeytani niyetlerini saklamaya çalışıyorlar. Tıpkı Hitler’in Almanya’da, Mussolini’nin İtalya’da yaptığı gibi sandık yoluyla faşizan bir tek adam rejimi kurmak istiyorlar. Bunun için yapmayacakları herhangi bir hile ya da manüpülasyon ise bulunmuyor.
Gerçek demokrasileri diğer rejim türlerinden ayıran en büyük özelliği halka arzu etmediği siyasi düşünceleri iktidara getirmeme imkanı verdiği gibi, iktidardayken yozlaşan kadroları da şiddet ve kaosa yol açmadan barışçıl yollardan iktidardan uzaklaştırmaya imkan tanımasıdır. Demokrasilerin en büyük zaafı ise demokratik yollarla güç devşiren anti-demokratik zihniyetlerin kolayca kurbanı haline gelebilmesidir. Bunun içindir ki, demokratik kanalları ve imkanları kullanarak iktidara gelen bir zihniyetin yozlaştığı ölçüde demokrasiyi rafa kaldırmasına karşı demokrasiler hukuki ve kurumsal bazı sigortalar oluşturmuştur. Ama ne yazık ki iktidarda uzun süre kalmayı başaran yozlaşmış popülist partiler demokrasilerin emniyet sübabı olan bu sigortaları ortadan kaldırmayı da başarabiliyor. Türkiye’de şu an yaşamakta olduğumuz kaotik süreç bu durumun tipik bir örneği. Demokrasiyi koruyacak hukuki mekanizmalar çoktandır demokrasiyi kökünden kazıyacak despotik gidişatın hoyratça ve pervasızca kullanılan araçlarına dönüştürülmüş durumda.
Doğaları gereği belirli ölçülerde naiflik içeren demokrasileri bu kötü akıbetten korumak için kafa yoran demokrasi teorisyenleri demokratik mücadelenin ve demokratikleşme uğraşısının hiç bitmeyen bir mücadele olduğunu savunurlar. Demokratların bir an olsun demokrasinin emniyetinden yüzde yüz emin olmamaları ve her daim teyakkuz halinde bulunmaları gerektiğini söylerler. Maalesef, Türkiye’deki demokratlar olarak bu teorisyenlerin uyarılarının gereğini yeterince yerine getirdiğimizi söyleyemeyeceğim.
Her türlü milli, manevi, insani değeri istismar ederek izlediği popülist politikalarla halkın aldatabildiği geniş kesimlerinden destek alabilen AKP, bütün demokratların gözleri önünde tüm demokratik kurumları ve hukuk devletini aşama aşama aşındırarak ortadan kaldırmayı başardı. Bu güne kadar fiilen gerçekleştirdiği bu yıkımı önümüzdeki seçimlerde almayı umduğu destekle finale erdirmeyi amaçlıyor. Daha doğrusu yok ettiği parlamenter demokratik hukuk devletini resmen de ortadan kaldırıp, yerine ne idiğü tam belli olmayan diktatoryal bir ucube ikame etmek istiyor. Erdoğan’ın tarafsız kalacağına şerefi ve namusu üzerine ettiği yemine rağmen her gün meydan meydan dolaşıp AKP’ye oy istemesinin başka bir amacı bulunmuyor.  
Peki böylesine açık ve yakın bir tehdit ve tehlike altında farklı ideolojik kulvarlardaki bu ülkenin demokratları ne yapmalı? Geldiği gözle görülen muhtemel felaketleri izlemekle yetinmeli? Yoksa kendi geleneksel siyasi kalıplarının dışına çıkarak parlamenter, çoğulcu, rekabetçi, özgürlükçü demokratik hukuk devletini yeniden rayına oturtacak yeni bir sürecin başlamasına imkan verecek bir siyasal tablonun oluşmasına katkı mı vermeli? Siyasi tercihlerin asgari demokratik yaşam alanının korunması amacıyla ideolojik önceliklerden ziyade bu kadar rasyonel ve mantıklı bir hesap kitap meselesi haline geldiği bir başka seçim hatırlamıyorum. Mademki önümüzdeki sorun bir hesap kitap meselesine dönüştü, o zaman demokrasi oyununu buna göre kurgulamak ve oynamak gerekiyor.
Yapılan tüm kamuoyu araştırmaları Türkiye’yi anti-demokratik bir mecraya sürüklemekte olan AKP’nin ciddi güç kaybettiğini ama buna rağmen seçimlerden birinci parti çıkacağını gösteriyor. Anketler halkın tercihlerini tam olarak göstermekte belki başarılı, belki değil. Daha kötüsü toplumun neredeyse tamamına yakınının AKP’nin yapacağından neredeyse emin olduğu seçim hileleriyle oyların ne kadarının diğer partilerden AKP’ye kanalize edileceğini hesaplamak ise imkansız. Pek çok belirsizliği ve bilinmezliği içeren 7 Haziran seçimlerinin kaderini belki de yaygın şüphe duyulan bu hilelerin boyutu belirleyecek. Bu yüzden herkesin mutlaka sandığa gidip oy vermek kadar verdiği oyun akıbetine sahip çıkması hiçbir seçimde bu seçimdeki kadar önemli olmadı.
Hileleri, oyların çalınması endişelerini bir kenara bıraksak dahi, anket sonuçları üzerinden yapılan tüm simülasyonlar parlamentoya 3 parti girince AKP’nin tek başına yeniden iktidar olacağına işaret ediyor. Ama 4. bir partinin parlamentoya girmesi durumunda yozlaşmaların ve anayasal suçların adresi haline gelmiş olan AKP’nin tek başına iktidar olma şansı bulunmuyor. Mademki bu seçimler demokratik parlamenter sistem ve hukuk devleti için bir ölüm kalım meselesi, o zaman tüm siyasi ekollerden demokratlara düşen görev yozlaştıkça despotik bir hal alan AKP’nin yeniden iktidar olmasını engellemek değil midir? Bunun yolu, yordamı ise apaçık belli… Kimbilir bakarsınız bu 4. parti olma adayı belki de baraj sıkıntısını aşmakla kalmaz, alacağı güçlü oy desteğiyle hızla bir Türkiye partisine dönüşerek yüzyıllık Kürt sorununun çözümünde barışçıl yollardan başka tüm kanalları kapatacak yeni bir dönemin başlamasına da vesile olabilir.
Farklı siyasi geleneklerden gelen demokratların kendi siyasal adresleri olan partilere doğal olarak yönelip verecekleri oylarla sağlayacakları bir-kaç puanlık artış belki demokrasinin yeniden rayına oturtulmasına çok fazla katkı vermeyecektir. Ama hesaplı-kitaplı ve bilinçli bir şekilde oylarını stratejik tercihle kullanan seçmenlerin demokrasinin yeniden ihya edilmesine verecekleri katkıyı mutlaka tarih kayıtlarına geçirecektir.
Mademki önümüzde neredeyse teke yakın çare olarak parlamentoya mutlaka dördüncü bir partinin girmesini sağlamak bulunuyor, o zaman o 4. parti mutlaka parlamentoya girmelidir. Bu seçenek demokratlar için artık bir tercih ya da fantezi olmaktan çıkmıştır. Bu zorunlu tercih, demokratik hukuk devleti için ölüm-kalım meselesine dönüşen bu seçimlerde demokratik çevrelerin ifa etmek zorunda oldukları bir görevdir!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder