24 Ocak 2016 Pazar

Merhamet Bankası ve kelebek hayatları

Burada hak, hukuk tanımaz Erdoğan Rejimi’nin Bank Asya’dan sonra keyfi bir şekilde el koyma işaretleri verdiği Türkiye’nin en büyük bankalarından biri olan İş Bankası gibi bir bankadan bahsetmiyorum. Bu, ülke ve bölgenin her yerinden ölümün, kanın, gözyaşının fışkırdığı ve acı dolu feryatların yükseldiği bir dönemde şirret bir arsızlıkla en kuytu köşelere bile sirayet eden merhamet yoksunluğuna çare olabilecek farazi bir banka. Hani genç yaşında hayatını kaybetmiş meşhur yazar Oğuz Atay’ın ikonik romanı Tutunamayanlar’da bahsettiği o banka... Bu farazi banka keşke gerçek olsa da vicdansızlık, keyfilik, zulüm ve despotluk gibi onulmaz hastalıklara düçar olmuş Erdoğan Rejimi’ne ve sefaletiyle bizatihi kendisi merhamete muhtaç hale gelmiş acınası AKP hükümetine, bol keseden ve geri ödemesiz olmak şartıyla merhamet, insaf ve empati kredileri açabilse. 
   Erdoğan Rejimi ve kesif gölgesi altındaki AKP iktidarının izandan uzaklaştıkça mı merhametten mahrum kaldıkları, yoksa merhametsizleştikçe mi izanlarını kaybettikleri elbette ki tartışılabilir. Ama son yıllarda yaşananlardan anlayabildiğimiz kadarıyla izansızlıkla merhametsizlik arasında doğrudan bir korelasyon bulunuyor. Öte yandan, hiç şüpheniz olmasın ki, izanını kaybedenin vicdanını, vicdanını yitirenin izanını kaybetmesine şu yeryüzündeki en ibretlik örneği halen Türkiye’yi yönetenlerin acınası hali oluşturuyor. Yolsuzluklarla, hırsızlıklarla, rüşvetlerle adı anılan bu despot güruhun kendilerine muhalif her kesime yönelik giriştikleri akılalmaz zulümlere, bitmek bilmez cadı avlarına, medyaya ve aydınlara yönelik uyguladıkları merhametsiz baskılara çare olacak bollukta sermaye rezervi olan bir farazi merhamet bankası bulmak bile inanın hiç kolay olmayacaktır.
   Yine de isterseniz faraziyeleri geçelim ve acılarla dolu gerçek hayata dönerek yazımıza devam edelim. Geçtiğimiz günlerde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Demokratik Kuruluşlar ve İnsan Hakları Ofisi’nin (AGİT-OSCE/ODIHR) talebi üzerine yer aldığım İnsan Hakları Savunucularının Korunması Hakkında Klavuz projesi kapsamında ODIHR ekibine uzunca bir söyleşi verdim. Bu söyleşide, tüm tehditlere ve görünür risklere rağmen, Erdoğan Rejimi ve AKP hükümetinin baskıları altındaki ülkede maruz kalınan boğucu atmosfere, baskılara ve zulme karşı seslerini yükseltmeye devam edenlerin bir çeşit “kelebek hayatı” yaşamayı göze aldıklarını ifade ettim. Ülkedeki mevcut durumun vehametinin derin devlet çeteleri tarafından katledilmesinden kısa süre önce Hrant Dink’in yaşadığı “güvercin tedirginliği”nin de ötesinde olduğunu anlatabilmek için doğrusu daha uygun bir başka ifade gelmedi aklıma. 
   Kelebek hayatları... Özellikle son birkaç yıldır, izanını kaybetmiş muktedirlerin yönetiminde merhametini iyice yitirmiş bu ülkede olup biten haksızlıklara, hukuksuzluklara, baskılara, zulümlere ve katliamlara karşı sesini yükseltme cesaretini gösterenler, bir sonraki sabahlarından emin olmadan yaşıyorlar. Çünkü biliyorlar ki, haksızlıklara karşı çıkma cesaretini gösterenlerin, Erdoğan Rejimi ve AKP iktidarının keyfi direktifleriyle, alakaları olmayan ve aslında hiç olmayan müphem suçlarla suçlanmaları bir an meselesidir. Tabii sonra gelsin polis baskınları, gözaltılar, tutuklamalar... Ve gelsin böyleleri apar topar tutuklanıp atıldıkları cezaevlerindeki hücrelerinde geçmek bilmez günleri geçirirken veya hala dışarıda olanların her adımları sıkı ve sıkıcı keyfi bir tarassut altındayken yıllarca sürecek olan sözde hukuki soruşturmalar ve neticesi baştan belli sözde davalar...
   Tüm bu tehditlere ve her an hapse atılma risklerine rağmen birileri hala hak ve özgürlük mü diyor, başkalarının mağduriyetlerini kendileri için hala sorun mu ediyor... Öyleyse daha ürkütücü başka bazı caydırıcı yöntemlerin de sırası gelmiş demektir. Bir çeşit fiili dokunulmazlık sağlayarak her türlü hukuksuz eylemlerine yeşil ışık yaktıkları mafyatik suç örgütleri ne güne duruyor? Ciddiyetleri geçmiş kanlı eylemleriyle tescillenmiş bu suç şebekelerinin “kanla duş alma” fantazilerinin bir sonraki kurbanı başkalarının haklarını, hukuklarını savunmak adına kelebek hayatları yaşamayı göze almış birileri neden olmasın ki? 
   Tam burada soralım öyleyse: Yaşama hakları ve düşünce/ifade/basın/inanç özgürlükleri ihlal edilenlerin haklarını savunurken kendi hak ve özgürlüklerinin ya da yaşama haklarının her an ellerinden alınabileceğinin bilincinde olarak kırılgan bir kelebek hayatı yaşamak mıdır daha dayanılmaz olanı, yoksa gelecek kaygısı duymadan şu dünyada birkaç günlük sefası olan gerçek bir kelebek hayatı mı? Bile göre kelebek hayatları yaşamak zordur elbette... Ama insan olabilmek ve insan kalabilmek biraz da gündelik kelebek hayatları yaşamayı göze almak pahasına bu tür zor zamanlarda haksızlıklara ve zulme karşı gelmek değil midir?    
   Mesela, zamanında yapılmış tüm samimi uyarılara rağmen terör örgütü PKK’nın güçlenmesine göz yumanların ihanet düzeyindeki bu ihmallerinin hesabını, ahlaklı her insandan beklendiği gibi, vermek yerine sivillerin hayatına duyarlılık talep edenleri arsız bir pişkinlikle hain ilan etmelerine karşı çıkmak gündelik kelebek hayatları yaşamaya değmez mi? 
   Ya da katliamlara ortak olmamak için masum ölümlerine karşı çıkarak “Miray bebekler ölmesin”, “Taybet Anaların cesetleri günlerce sokak ortalarında kalmasın” diyebilmek kelebek hayatları yaşamaya değmez mi? Terör örgütü PKK ya da devletin yasal kurşunuyla vurulmuş yakınlarının cenazesini tedirginlik içinde kaldırmaya çalışan yürekleri kapkara acılarla dolu beyaz bayraklı sivillere “zırhlı araçlardan ateş etmeyin” çağrısı yapıp insan kalmaya çalışmak kelebek hayatları yaşamayı göze almaya değmez mi? 
   Veya “Suriye ve Irak’ta süren kirli savaşın bir parçası olmayın. Oralarda kafa kesen, insan yakan, küçücük kızları, kadınları satan radikal terör örgütlerine doğrudan ya da dolaylı destek vermeyin” deme cesaretini göstermek günübirlik kelebek hayatları yaşamaya değmez mi? 
   Hatta “yolsuzluk yapmayın, hırsızlık etmeyin, rüşvet almayın, tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan kamu malını talan etmeyin; görgüsüz bir lüks, arsız bir şatafat ve şirret bir debdebe için yoksul halkın vergilerini çarçur etmeyin; insanların helal mülklerine ahlaksızca çökmeyin; en başarılı bankaları, şirketleri istilacı yamyamlar gibi gasp etmeyin; sizin gibi düşünmeyen, izzetsiz alkışlara tenezzül etmeyerek zulmünüze ortak olmayan ve size yalakalığı onurlarına yediremeyen dürüst ve onurlu insanları ekmeklerinden mahrum bırakmayın; hakkın, hukukun sesi özgür medyayı ahlaksız yöntemlerle yok etmeyin; onurlu gazetecileri, izzetli aydınları ve akademisyenleri ölümle ya da keyfi hapis cezalarıyla tehdit etmeyin; dinen günah, ahlaken ayıp, kanunen suç olan yüzkızartıcı pis işler yaparken suçüstü yakalandığınız için başkalarına olan haksız kininizden dolayı hayırsever insanlara zulmetmeyin; ahlaksız bir ikiyüzlülükle yalan söylemeyin; masum insanlara büyük bir utanmazlıkla iftiralar atmayın; şeytanı kıskandıracak rezil planlarla cadı avları yapmayın!..” diyebilme cesareti gösterebilmek kelebek hayatları yaşamayı göze almayı gerektirse bile buna değmez mi?
   Öyleyse, uzunca bir zamadır ölüm, kan ve zulüm kokularının yükseldiği bir merhametsizlik çölüne dönen bu ülkede, bir serap gibi ansızın belli belirsiz beliren umut vahalarında hayatlarını feda etme pahasına başkalarına yaşam umudu müjdeleyen uçarı kelebeklerden milyonlarcası neden yeri göğü rengarenk renklendirmez ki?..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder