26 Kasım 2015 Perşembe

Erdoğan’ın savaşı

Salı sabahı kritik Türkiye-Suriye sınırında koruma uçuşu yapan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı savaş uçaklarının defaatle uyarmasına rağmen 17 saniyelik de olsa sınır ihlali yaparak ülkenin güvenliğine tehdit oluşturan Rus savaş uçaklarının düşürülmesi Türkiye’nin 2012’de Doğu Akdeniz’de bir askeri uçağının düşürülmesinden sonra deklare ettiği angajman kuralları çerçevesinde hukukidir ve hukukiliği nispetinde de meşrudur. Ancak, böyle bir hamlenin taa en başından tahmini zor olmayacak yıkıcı askeri, diplomatik, siyasi ve ekonomik sonuçları göz önüne alındığında kısa süreliğine sınır ihlali yapan Rus savaş uçağının düşürülmesi yapılması gereken ilk şey midir, tartışılır.  
Şayet büyük bir uluslararası krize yol açan olayı kısa süreli sınır ihlalinden ibaret bir angajman kuralları ihlalinin sonucu ortaya konan bir tasarrufmuş gibi ele alırsak, Rus uçağının düşürülmesinin hukuken ve teknik açıdan değil belki ama askeri, siyasi ve diplomatik perspektiften izahını yapmakta zorlanırız. Neticede ülkelerin hava sahaları ve hava sınırları çoğunlukla komşularının savaş uçakları tarafından sıklıkla ihlal edilebilmektedir. Şayet her hava sahası ihlalinde uçak düşürülecek olunsa bugün birbiriyle sıcak savaş içerisinde olmayan tek bir dünya ülkesi ya da barış içerisinde yaşamaya devam eden komşu ülkeler diye bir şey kalmazdı.
Bu konuda somut örnek için ise uzaklara gitmeye gerek yok. Mesela, Türkiye ile Yunanistan arasında kıta sahanlığı, FIR hattı, ada ve adacıkların statüsü gibi birçok tartışma ve husumet konusu olan Ege Denizi’nde her hava ihlali uçak düşürmekle sonuçlansaydı sanırım bugün Yunanistan ve Türkiye’nin hava savunma envanterindeki yüzlerce savaş uçağı Ege Denizi’nin dibinde olurdu. Yunanistan’la en gerilimli dönemlerde bile Ege’de sıklıkla vuku bulan hava sahası ihlalleri iki ülke pilotlarının, eminim ki ileriki yıllarda çocuklarına ve torunlarına birer tatlı macera olarak anlatacakları, it dalaşlarından öteye geçmemiştir. Salı günü yaşanılan kriz on yıllar boyunca net düşmanlık ilişkisi içerisindeki bu iki gergin komşu ülke arasında bile benzeri yaşanmamış büyük bir fecaattir.
Kaldı ki Rusya, ne o gerilim yıllarındaki Yunanistan gibi Türkiye’nin düşman olarak gördüğü bir ülke, ne de Türkiye en azından Salı gününe kadar ki Rusya tarafından toprakları ve halkının güvenliğini tehdit eden bir ülke durumundaydı. Burada ekonomik, ticari, siyasi ve diplomatik ilişkileri son derece ileri düzeyde olan iki dost ülkeden bahsediyoruz. Dünya politikasındaki tercihleri ve iç siyasi rejimleri açısından ciddi farklılıkları bulunsa da ikili ticaret hacmi 40 milyar dolarları zorlayan, turizmde birbirlerinin tercihi olan, enerjiden gıdaya karşılıklı bağımlılık (interdependency) içerisinde bulunan, Suriye, Gürcistan, Ukrayna gibi iki tarafı da ilgilendiren tüm uluslararası krizlerin yıpratıcılığına rağmen ikili münasebetlerine iyi komşuluk ilişkilerinin hakim olduğu iki ülke ve iki halktan bahsediyoruz.
Her ne kadar küresel meselelere yönelik siyasi, diplomatik, ekonomik ve stratejik bakımlardan farklı perspektiflere sahip olsalar da, iki ülke arasında uzunca bir zamandır birbirlerinin hassasiyetlerini önemseyen, o hassasiyetleri kaşımaktan imtina eden iki taraflı (bilateral) bir siyaset çerçevesinde halklarının vizesiz seyahat edebileceği karşılıklı bir güven ve barış ortamı bulunmaktaydı. Erdoğan rejiminin Suriye’de izlediği “Esedsiz rejim” politikalarıyla Rusya’nın Esed’i korumacı ve destekleyici politikaları en başından beri karşıt olsa da, bu soruna rağmen başarıyla kompartmantalize edilen konular sayesinde ikili iyi ilişkiler geliştirilerek sürdürülebilmişti. Yani Rusya Türkiye için, velev ki uyarılara rağmen olsun, 17 saniyelik bir hava sahası ihlalinden dolayı savaş uçağı düşürülecek bir hasım ülke değildi.
Mevcut şartlarda gerek siyasi, gerekse askeri karar alma süreçlerinde bulunan yetkililerin bunun böyle olduğunu bizim gibi gazetecilerden çok daha iyi bildiklerinden şüphe duyamayız. Öyleyse sonuçlarının, kısa ya da orta vadede onarılamayacak, ikili ilişkilere ve bölge güvenliğine mutlaka kalıcı hasarlar verecek kadar vahim olacağından şüphe duyulmayan böyle bir hamleye kim, neden gerek duydu? Sadece Türkiye ile Rusya arasında değil, Türkiye’nin NATO üyeliğinden dolayı küresel çapta da büyük risklere ve tehditlere yol açarak dünyayı daha belirsiz ve istikrarsız bir noktaya taşıyan bu siyasi kararı kim, hangi saiklerle verdi?
Çarşamba günü grup toplantısında yaptığı kendi açıklamalarından anlıyoruz ki tamiri hayli zaman ve enerji gerektirecek feci sonuçlar doğurması beklenen bu karar Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından verilmiş. Oysa Salı sabahı konuyla ilgili yapılan ilk resmi açıklamanın Erdoğan’ın Sarayı’ndan gelmesi bu konuda karar merciinin tam da denildiği gibi olmayabileceğine işaret ediyor. İlk dakikalarda düşürülen uçağın Rus uçağı olduğunu açıklamak suretiyle stratejik açıdan Türkiye’yi çok zor durumda bırakan bu açıklamanın Saray’dan yapılması bu fecaatin sorumluluğu konusunda ana aktörün de kim olduğunu gösterdiği gibi bu aktörün motivasyonunu da tartışmaya açmıştır.
Sınırlı bir çerçevede tutulmak kastıyla başlatıldığı tahmin edilen bu gerilim, bu kriz, bu savaş tahmin edildiği gibi Erdoğan’ın bir savaşı ise bu savaşını motivasyonunu, amaçlarını ve kapsamını anlamak ve anlamlandırmak daha kolay olacaktır. Bu durumda elbette ki krizin hem iç siyasete, hem de uluslararası siyasete bakan yönlerinin tafsilatlı bir şekilde analiz edilmesi gerekecektir.
Öncelikle kontrollü bir kriz ya da sınırlı tutulabileceği varsayılan bir savaş Erdoğan’ın Türkiye’de bir oldu-bittiyle ihdas edip, hukuksuz fiili adımlarla konsolide etmeye çalıştığı tek adam rejimini kurma çabalarını kolaylaştıracaktır. Savaş ve hatta ciddi bir gerilim ortamında Erdoğan’ın diktatoryal adımlarını sorgulamak, eleştirmek ve bunlara karşı çıkmak daha da zorlaşacaktır. Savaş-kriz şartları bahane edilerek muhalif görüşteki her kesim daha kolay terörist ya da hain ilan edilebilecek ve sesleri kısılabilecektir. Şayet Hitler Almanyası, 1979 İran Devrimi sonrası ve benzeri süreçlere bakılacak olursa hepsinde yeni rejimlerin ancak savaş koşullarının sağladığı imkanlarla konsolide edilebildiğini rahatlıkla görebiliriz. Sınırlı ve kontrollü olacağı varsayılan kriz ve savaşların çabucak kontrolden çıkabileceğini de.
Diyeceğim o ki, Erdoğan rejimi Türkiye’nin NATO üyeliğinin verdiği güvenceyle uluslararası güç dengelerinin kontrolden çıkmasına müsaade etmeyeceği Rusya ile girişilecek bir gerilimin içerideki tek adam rejimini kurma sürecini kolaylaştırdığını hesap etmiş olabilir. Şayet öyleyse, yani üretilen bir dış gerilimle iç siyasi dizayn amaçlanıyorsa, bu Erdoğan’ın kamuflajlı ters köşe hamlelerinin ilkini oluşturmayacaktır.
Malumunuz uluslararası toplumda oluşan hassasiyetler ve baskılar neticesinde Erdoğan rejimi gönülsüzce de olsa IŞİD karşıtı cephede yer almıştır. Ancak, Erdoğan rejimi IŞİD mevzilerini vurmak üzere elde ettiği sınır aşan operasyon meşruiyetini çok nadiren IŞİD’e karşı kullanmış ve bu imkanı daha ziyade terör örgütü PKK ve Suriye’nin kuzeyindeki uzantılarına yönelik değerlendirmiştir. Tek bir şiddet eylemine bulaşmamış Hizmet Hareketi’ni “terör örgütü” diye yaftalayıp, sıradan masum sivillere karşı cadı avı yürütmekten geri durmayan Erdoğan rejiminin, sınır ötesindeki IŞİD ve el-Kaide unsurları şöyle dursun Türkiye içindeki IŞİD ve el-Kaide unsurlarına karşı bile ciddi bir hamlesi gerçekleşmemiştir.
Öte yandan, IŞİD’in ve el-Kaide uzantısı radikal grupların Suriye’de güçlenmesinde Erdoğan rejiminin doğrudan ya da dolaylı kolaylaştırıcı rolü tüm dünyanın dilindeyken, Antalya’daki G-20 Liderler Zirvesi’nde Rusya lideri Putin isim vermeden G-20 üyesi ülkeler arasında IŞİD destekçileri olduğunu açıktan ifade etmiştir. Rus uçakları ve füzeleri tarafından vurulan IŞİD petrolü taşıyan tırlar üzerinden ise açıkça Türkiye’yi ima etmiştir. Dünyanın belli başlı güçleri arasında terör örgütü IŞİD’e karşı ortak hareket imkanlarının ele alındığı bu zirvede Putin’in bu ters köşe salvosu Erdoğan açısından kolay sindirilebilecek bir hamle olmamıştır. Şayet sınırımızda düşürülen Rus uçağına dair herhangi bir Saray etkisi varsa hiç şüpheniz olmasın ki bu etkinin tohumları G-20 Zirvesi’nde yaşananlarla atılmıştır.
Geriye ise sadece kitleleri ikna ederek iç kamuoyunu hazırlayacak bir mazeret bulmak kalmıştır. Bu bakımdan da Bayır-Bucak Türkmenlerinin yaşadığı trajedi kullanılmıştır. Suriye’de Türkiye sınırına yakın bir bölgede iki ateş arasında kalan Bayır-Bucak Türkmenlerinin içler acısı durumu elbette ki her türlü dayanışmayı gerektirecek niteliktedir. Ancak daha önce IŞİD’in katlettiği Türkmenler konusunda kılını kıpırdatmayan, hatta Türkmen sığınmacılara bile kapısını açmayan Erdoğan rejiminin birden bire zirve yapan Türkmen hassasiyeti her türlü şüpheyi celbetmektedir.  
Rus uçağının düşürülmesi Erdoğan rejiminin ta başından beri yanlış bir rotada ve ulusal çıkarlardan ziyade kişisel ihtiraslarla şekillendirdiği Suriye politikasının Türkiye ve uluslararası topluma oluşturduğu riskler ve tehditler ne ilktir, ne de son olacaktır. Ancak, Rusya ile yaşanan gerilimin çok farklı bir boyutu var ki üzerinde mutlaka durulmayı hak etmektedir. BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi 5 ülkeden biri olan Rusya, savaş uçağı düşürülür düşürülmez Erdoğan rejiminin IŞİD ve benzeri radikal terör örgütleriyle muhtemel siyasi, askeri ve finansal ilişkilerini hedef alacak şekilde BM’den bir soruşturma başlatmasını talep edeceğini açıkladı.
Rusya, BM aracılığıyla böyle bir uluslararası soruşturmayı başlatmayı başarabilirse bu sürecin nasıl sonuçlanacağını tahmin etmek zor değil. 2005 yılında Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri’ye düzenlenen bombalı suikasti araştıran BM araştırma komisyonunun bulguları sonrası somut delillerle suçlanan Suriye ve Esed rejiminin başına gelenler bu konuda ciddi bir fikir verebilir. Kaldı ki kimyasal gaz gibi kitle imha silahlarının bile kullanıldığı Suriye’de 4 yıl boyunca yaşananlar Hariri suikasti ile mukayese edilemeyecek kadar vahim.
Uluslararası hukukun zembereğini tetiklemesi durumunda Rusya’nın ve başta Esed rejimi olmak üzere bölgesel ve uluslararası müttefiklerinin bu soruşturmanın ihtiyaç duyacağı belge ve delilleri sağlamakta tereddüt etmeyeceği şimdiden tahmin edilebilir. Türkiye’ye masum Türk halkına şimdiden büyük zararlar veren Erdoğan’ın savaşı bakalım Erdoğan için zaferle mi, yoksa hezimetle mi sonuçlanacak? Allah, Türkiye’yi ve bölge halklarını kişisel ihtiraslarla verilen şahsi savaşların gazabından ve yıkımından korusun.  



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder