Salı sabahı kritik Türkiye-Suriye
sınırında koruma uçuşu yapan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı savaş uçaklarının
defaatle uyarmasına rağmen 17 saniyelik de olsa sınır ihlali yaparak ülkenin
güvenliğine tehdit oluşturan Rus savaş uçaklarının düşürülmesi Türkiye’nin 2012’de
Doğu Akdeniz’de bir askeri uçağının düşürülmesinden sonra deklare ettiği angajman
kuralları çerçevesinde hukukidir ve hukukiliği nispetinde de meşrudur. Ancak, böyle
bir hamlenin taa en başından tahmini zor olmayacak yıkıcı askeri, diplomatik, siyasi
ve ekonomik sonuçları göz önüne alındığında kısa süreliğine sınır ihlali yapan Rus
savaş uçağının düşürülmesi yapılması gereken ilk şey midir, tartışılır.
Şayet büyük bir
uluslararası krize yol açan olayı kısa süreli sınır ihlalinden ibaret bir angajman
kuralları ihlalinin sonucu ortaya konan bir tasarrufmuş gibi ele alırsak, Rus
uçağının düşürülmesinin hukuken ve teknik açıdan değil belki ama askeri, siyasi
ve diplomatik perspektiften izahını yapmakta zorlanırız. Neticede ülkelerin
hava sahaları ve hava sınırları çoğunlukla komşularının savaş uçakları
tarafından sıklıkla ihlal edilebilmektedir. Şayet her hava sahası ihlalinde
uçak düşürülecek olunsa bugün birbiriyle sıcak savaş içerisinde olmayan tek bir
dünya ülkesi ya da barış içerisinde yaşamaya devam eden komşu ülkeler diye bir
şey kalmazdı.
Bu konuda somut örnek
için ise uzaklara gitmeye gerek yok. Mesela, Türkiye ile Yunanistan arasında
kıta sahanlığı, FIR hattı, ada ve adacıkların statüsü gibi birçok tartışma ve
husumet konusu olan Ege Denizi’nde her hava ihlali uçak düşürmekle
sonuçlansaydı sanırım bugün Yunanistan ve Türkiye’nin hava savunma
envanterindeki yüzlerce savaş uçağı Ege Denizi’nin dibinde olurdu. Yunanistan’la
en gerilimli dönemlerde bile Ege’de sıklıkla vuku bulan hava sahası ihlalleri
iki ülke pilotlarının, eminim ki ileriki yıllarda çocuklarına ve torunlarına birer
tatlı macera olarak anlatacakları, it dalaşlarından öteye geçmemiştir. Salı günü
yaşanılan kriz on yıllar boyunca net düşmanlık ilişkisi içerisindeki bu iki gergin
komşu ülke arasında bile benzeri yaşanmamış büyük bir fecaattir.
Kaldı ki Rusya, ne o
gerilim yıllarındaki Yunanistan gibi Türkiye’nin düşman olarak gördüğü bir
ülke, ne de Türkiye en azından Salı gününe kadar ki Rusya tarafından toprakları
ve halkının güvenliğini tehdit eden bir ülke durumundaydı. Burada ekonomik, ticari,
siyasi ve diplomatik ilişkileri son derece ileri düzeyde olan iki dost ülkeden
bahsediyoruz. Dünya politikasındaki tercihleri ve iç siyasi rejimleri açısından
ciddi farklılıkları bulunsa da ikili ticaret hacmi 40 milyar dolarları
zorlayan, turizmde birbirlerinin tercihi olan, enerjiden gıdaya karşılıklı
bağımlılık (interdependency) içerisinde bulunan, Suriye, Gürcistan, Ukrayna
gibi iki tarafı da ilgilendiren tüm uluslararası krizlerin yıpratıcılığına rağmen
ikili münasebetlerine iyi komşuluk ilişkilerinin hakim olduğu iki ülke ve iki
halktan bahsediyoruz.
Her ne kadar küresel
meselelere yönelik siyasi, diplomatik, ekonomik ve stratejik bakımlardan farklı
perspektiflere sahip olsalar da, iki ülke arasında uzunca bir zamandır birbirlerinin
hassasiyetlerini önemseyen, o hassasiyetleri kaşımaktan imtina eden iki taraflı
(bilateral) bir siyaset çerçevesinde halklarının vizesiz seyahat edebileceği
karşılıklı bir güven ve barış ortamı bulunmaktaydı. Erdoğan rejiminin Suriye’de
izlediği “Esedsiz rejim” politikalarıyla Rusya’nın Esed’i korumacı ve
destekleyici politikaları en başından beri karşıt olsa da, bu soruna rağmen başarıyla
kompartmantalize edilen konular sayesinde ikili iyi ilişkiler geliştirilerek
sürdürülebilmişti. Yani Rusya Türkiye için, velev ki uyarılara rağmen olsun, 17
saniyelik bir hava sahası ihlalinden dolayı savaş uçağı düşürülecek bir hasım
ülke değildi.
Mevcut şartlarda gerek
siyasi, gerekse askeri karar alma süreçlerinde bulunan yetkililerin bunun böyle
olduğunu bizim gibi gazetecilerden çok daha iyi bildiklerinden şüphe duyamayız.
Öyleyse sonuçlarının, kısa ya da orta vadede onarılamayacak, ikili ilişkilere
ve bölge güvenliğine mutlaka kalıcı hasarlar verecek kadar vahim olacağından
şüphe duyulmayan böyle bir hamleye kim, neden gerek duydu? Sadece Türkiye ile
Rusya arasında değil, Türkiye’nin NATO üyeliğinden dolayı küresel çapta da büyük
risklere ve tehditlere yol açarak dünyayı daha belirsiz ve istikrarsız bir
noktaya taşıyan bu siyasi kararı kim, hangi saiklerle verdi?
Çarşamba günü grup
toplantısında yaptığı kendi açıklamalarından anlıyoruz ki tamiri hayli zaman ve
enerji gerektirecek feci sonuçlar doğurması beklenen bu karar Başbakan Ahmet
Davutoğlu tarafından verilmiş. Oysa Salı sabahı konuyla ilgili yapılan ilk resmi
açıklamanın Erdoğan’ın Sarayı’ndan gelmesi bu konuda karar merciinin tam da denildiği
gibi olmayabileceğine işaret ediyor. İlk dakikalarda düşürülen uçağın Rus uçağı
olduğunu açıklamak suretiyle stratejik açıdan Türkiye’yi çok zor durumda bırakan
bu açıklamanın Saray’dan yapılması bu fecaatin sorumluluğu konusunda ana
aktörün de kim olduğunu gösterdiği gibi bu aktörün motivasyonunu da tartışmaya
açmıştır.
Sınırlı bir çerçevede
tutulmak kastıyla başlatıldığı tahmin edilen bu gerilim, bu kriz, bu savaş tahmin
edildiği gibi Erdoğan’ın bir savaşı ise bu savaşını motivasyonunu, amaçlarını ve
kapsamını anlamak ve anlamlandırmak daha kolay olacaktır. Bu durumda elbette ki
krizin hem iç siyasete, hem de uluslararası siyasete bakan yönlerinin tafsilatlı
bir şekilde analiz edilmesi gerekecektir.
Öncelikle kontrollü bir kriz
ya da sınırlı tutulabileceği varsayılan bir savaş Erdoğan’ın Türkiye’de bir
oldu-bittiyle ihdas edip, hukuksuz fiili adımlarla konsolide etmeye çalıştığı
tek adam rejimini kurma çabalarını kolaylaştıracaktır. Savaş ve hatta ciddi bir
gerilim ortamında Erdoğan’ın diktatoryal adımlarını sorgulamak, eleştirmek ve bunlara
karşı çıkmak daha da zorlaşacaktır. Savaş-kriz şartları bahane edilerek muhalif
görüşteki her kesim daha kolay terörist ya da hain ilan edilebilecek ve sesleri
kısılabilecektir. Şayet Hitler Almanyası, 1979 İran Devrimi sonrası ve benzeri
süreçlere bakılacak olursa hepsinde yeni rejimlerin ancak savaş koşullarının
sağladığı imkanlarla konsolide edilebildiğini rahatlıkla görebiliriz. Sınırlı
ve kontrollü olacağı varsayılan kriz ve savaşların çabucak kontrolden
çıkabileceğini de.
Diyeceğim o ki, Erdoğan
rejimi Türkiye’nin NATO üyeliğinin verdiği güvenceyle uluslararası güç
dengelerinin kontrolden çıkmasına müsaade etmeyeceği Rusya ile girişilecek bir gerilimin
içerideki tek adam rejimini kurma sürecini kolaylaştırdığını hesap etmiş
olabilir. Şayet öyleyse, yani üretilen bir dış gerilimle iç siyasi dizayn
amaçlanıyorsa, bu Erdoğan’ın kamuflajlı ters köşe hamlelerinin ilkini
oluşturmayacaktır.
Malumunuz uluslararası
toplumda oluşan hassasiyetler ve baskılar neticesinde Erdoğan rejimi gönülsüzce
de olsa IŞİD karşıtı cephede yer almıştır. Ancak, Erdoğan rejimi IŞİD
mevzilerini vurmak üzere elde ettiği sınır aşan operasyon meşruiyetini çok
nadiren IŞİD’e karşı kullanmış ve bu imkanı daha ziyade terör örgütü PKK ve
Suriye’nin kuzeyindeki uzantılarına yönelik değerlendirmiştir. Tek bir şiddet
eylemine bulaşmamış Hizmet Hareketi’ni “terör örgütü” diye yaftalayıp, sıradan
masum sivillere karşı cadı avı yürütmekten geri durmayan Erdoğan rejiminin,
sınır ötesindeki IŞİD ve el-Kaide unsurları şöyle dursun Türkiye içindeki IŞİD
ve el-Kaide unsurlarına karşı bile ciddi bir hamlesi gerçekleşmemiştir.
Öte yandan, IŞİD’in ve
el-Kaide uzantısı radikal grupların Suriye’de güçlenmesinde Erdoğan rejiminin doğrudan
ya da dolaylı kolaylaştırıcı rolü tüm dünyanın dilindeyken, Antalya’daki G-20 Liderler
Zirvesi’nde Rusya lideri Putin isim vermeden G-20 üyesi ülkeler arasında IŞİD
destekçileri olduğunu açıktan ifade etmiştir. Rus uçakları ve füzeleri
tarafından vurulan IŞİD petrolü taşıyan tırlar üzerinden ise açıkça Türkiye’yi
ima etmiştir. Dünyanın belli başlı güçleri arasında terör örgütü IŞİD’e karşı
ortak hareket imkanlarının ele alındığı bu zirvede Putin’in bu ters köşe salvosu
Erdoğan açısından kolay sindirilebilecek bir hamle olmamıştır. Şayet sınırımızda
düşürülen Rus uçağına dair herhangi bir Saray etkisi varsa hiç şüpheniz olmasın
ki bu etkinin tohumları G-20 Zirvesi’nde yaşananlarla atılmıştır.
Geriye ise sadece kitleleri
ikna ederek iç kamuoyunu hazırlayacak bir mazeret bulmak kalmıştır. Bu bakımdan
da Bayır-Bucak Türkmenlerinin yaşadığı trajedi kullanılmıştır. Suriye’de
Türkiye sınırına yakın bir bölgede iki ateş arasında kalan Bayır-Bucak
Türkmenlerinin içler acısı durumu elbette ki her türlü dayanışmayı gerektirecek
niteliktedir. Ancak daha önce IŞİD’in katlettiği Türkmenler konusunda kılını
kıpırdatmayan, hatta Türkmen sığınmacılara bile kapısını açmayan Erdoğan
rejiminin birden bire zirve yapan Türkmen hassasiyeti her türlü şüpheyi celbetmektedir.
Rus uçağının düşürülmesi Erdoğan
rejiminin ta başından beri yanlış bir rotada ve ulusal çıkarlardan ziyade kişisel
ihtiraslarla şekillendirdiği Suriye politikasının Türkiye ve uluslararası
topluma oluşturduğu riskler ve tehditler ne ilktir, ne de son olacaktır. Ancak,
Rusya ile yaşanan gerilimin çok farklı bir boyutu var ki üzerinde mutlaka
durulmayı hak etmektedir. BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi 5 ülkeden biri olan Rusya,
savaş uçağı düşürülür düşürülmez Erdoğan rejiminin IŞİD ve benzeri radikal
terör örgütleriyle muhtemel siyasi, askeri ve finansal ilişkilerini hedef
alacak şekilde BM’den bir soruşturma başlatmasını talep edeceğini açıkladı.
Rusya, BM aracılığıyla böyle
bir uluslararası soruşturmayı başlatmayı başarabilirse bu sürecin nasıl sonuçlanacağını
tahmin etmek zor değil. 2005 yılında Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri’ye
düzenlenen bombalı suikasti araştıran BM araştırma komisyonunun bulguları
sonrası somut delillerle suçlanan Suriye ve Esed rejiminin başına gelenler bu
konuda ciddi bir fikir verebilir. Kaldı ki kimyasal gaz gibi kitle imha
silahlarının bile kullanıldığı Suriye’de 4 yıl boyunca yaşananlar Hariri
suikasti ile mukayese edilemeyecek kadar vahim.
Uluslararası hukukun
zembereğini tetiklemesi durumunda Rusya’nın ve başta Esed rejimi olmak üzere
bölgesel ve uluslararası müttefiklerinin bu soruşturmanın ihtiyaç duyacağı
belge ve delilleri sağlamakta tereddüt etmeyeceği şimdiden tahmin edilebilir. Türkiye’ye
masum Türk halkına şimdiden büyük zararlar veren Erdoğan’ın savaşı bakalım
Erdoğan için zaferle mi, yoksa hezimetle mi sonuçlanacak? Allah, Türkiye’yi ve
bölge halklarını kişisel ihtiraslarla verilen şahsi savaşların gazabından ve
yıkımından korusun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder