30 Ağustos 2015 Pazar

Savaş kabinesi


Türkiye bir seçime mi, yoksa bir felakete mi gidiyor çok yakında anlaşılacak. AKP’nin 13 yıllık iktidarını resmen elinden alan 7 Haziran’daki seçimlerin Erdoğan ve hükmettiği AKP’nin Bizans oyunlarıyla yok sayılmasıyla başlayan tuhaflıklar ve skandallar serisine her gün bir yenisi ekleniyor. En baştaki düğme yanlış iliklenince doğal olarak alttaki düğmeler de onu takip ediyor. Gırtlağına kadar suça batmış olan bir siyaset güruhunun iktidarı şu ya da bu meşru yolla devretmeyecekleri de bu sayede her geçen gün daha iyi anlaşılmış oluyor.
 Erdoğan’ın kurnazca bir kareografiyle Bizans oyunlarına rahmet okutacak siyasi entrikalarının damga vurduğu 7 Haziran seçiminden bu yana yaşanan hukuksuzluklar ve işlenen anayasal suçların büyüklüğü bile sadece korkarım ki 1 Kasım’da AKP’nin alacağı daha büyük bir yenilgi sonrası da 7 Haziran benzeri bir tavır almalarına yol açacak. Tüm çabalarına rağmen bugüne kadar işledikleri devasa suçları, hukuksuzlukları, hırsızlıkları ve yolsuzlukları örtme şansları olmadığı için Başbakan eski Yardımcısı Bülent Arınç’ın dediği gibi, bu saatten sonra, “iktidara daha da mahkumlar”. Erdoğan ve AKP’nin ne yapıp edip, gerekiyorsa daha büyük ve geri döndürülemez tahribatlara yol açacak daha vahim anayasal suçlar işleme pahasına, iktidara bütün varlıklarıyla yapışmaları gerekiyor.
Zaten, Erdoğan ve vesayetindeki AKP de bunu yapıyor. Tarihin görüp göreceği en büyük yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlık skandalına rağmen, yargıyı ve polisi dağıtmak, demokratik hukuk devletini işlemez hale getirmek, Türkiye’yi dünyadan koparmak, ekonomiyi krize atmak pahasına tüm hukuki kurum, kural, ilke ve süreçleri yok sayarak iktidara yapışmış durumdalar. Neticede herhangi bir demokratik hukuk devletinde yüzde biri ortaya saçılsa yüz hükümeti iktidardan edecek boyuttaki yolsuzluklara rağmen Erdoğan daha yüksek bir mercie gelmeyi, AKP ise iktidara daha da yapışmayı başarmadı mı? Yozlaşmış iktidarların barışçıl yollardan devrini sağlayan meşru yöntemlerden biri olan hukuk böylece devre dışı kalmadı mı?
13 yıldır sürdürdüğü tek başına iktidar olma lüksünü 7 Haziran’da kaybetmesine rağmen, Erdoğan merkezli uygulamaya giren siyasi entrikalar sayesine AKP 80 gün boyunca seçim kazanmış bir tek parti iktidarı gibi icraatlarına ve hukuksuzluklarına devam etmedi mi? Samimi olmayan ve sonuç almayı hedeflemeyen koalisyon görüşmeleri süresince demokratik nezakete, devlet teamüllerine ve siyasi ahlaka sığmayacak vahamette önemli kararlar, anlaşmalar ve üst düzey bürokratik atamalar ve hukuksuz operasyonlar yapılmadı mı?
Malumunuz, seçimlerde birinci parti olan AKP’nin bir koalisyon hükümeti kurmakta başarısız olması üzerine, Anayasa, demokratik teamüller ve siyasi ahlak gereği hükümet kurma görevi sırasıyla ikinci parti olan CHP’ye, CHP de başarısız olursa üçüncü parti olan MHP’ye ve en son HDP’ye görev vermesi gerekirken, Erdoğan bunları yapmayıp Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez yetki kullanarak bir erken seçim kararı aldı. Bu karar sonrası, görünür ve elle tutulur hiçbir siyasi başarısı bulunmayan Davutoğlu’na bir yılda 3. kez hükümet kurma görevi verdi. Bu seçim hükümetinin Anayasa’nın 114. Maddesi gereği Meclis’teki temsili oranlarında partilerin belirleyeceği bakanları içermesini gerekli kılmasına rağmen, Davutoğlu yine Anayasa’yı, demokratik teamülleri ve siyasi ahlakı hiçe sayararak muhalefet partilerinin milletvekillerine doğrudan teklif götürme nezaketsizliği sergiledi. Bu süreçte öylesine büyük skandallara imza atıldı ki, tarafsız ve bağımsız bir seçim hükümeti kurmaya çalışmaktan ziyade, bu fırsat rakip partileri bölmek ve yeniden dizayn etmek amacıyla bir araç olarak kullanıldı. Doğal olarak bu sakillik partilerin ve kamuoyunun büyük tepkisini çekti. MHP’den devşirilen bir isim ve HDP’nin yeşil ışık yaktığı iki isim dışında bakanlık teklifi götürülen vekiller bu teklifi reddettiler.
Neticede Davutoğlu, buram buram Saray etkisi kokan bir kabineyi kurmayı başardı. Ancak maalesef, bu kabineyi oluşturan isimler kabine oluşturma sürecindeki garabetlerden  çok daha feci bir tabloyu gözler önüne serdi. MHP’den devşirdikleri bir isim ve partilerinin rızasıyla kabinede yer alan 2 HDP’li üye dışında, kurulan seçim hükümeti Anayasa’nın zorladığı temsil niteliğinden ve bağımsızlıktan binlerce ışık yılı uzakta. Öyle ki, bağımsız isimler diye kabineye alınan bazı bürokratların varlığı bu kabinenin bir seçim hükümeti olmaktan ziyade bir savaş kabinesi olduğu yorumlarına bile yol açıyor.
Yargıyı partizanca dizayn ederek güçler ayrılığı sisteminin denetleyici bir unsuru olmaktan çıkarmakta baskın rol oynayan bir bürokrat olan Kenan İpek’in, 7 Haziran seçimleri öncesi Anayasa gereği atandığı Adalet Bakanlığı görevinde tutulması başlı başına bir fecaat. Yine 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk skandalı sonrası polisliğe ve emniyete dair hiçbir tecrübesi olmadığı halde apar topar İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevine getirilerek her türlü suçta tetikçilik yaptırılan ve işlenen korkunç Anayasal suçlarda maşa olarak kullanılan Selami Altınok’un İçişleri Bakanlığı’na getirilmesi bu yorumları güçlendiriyor.
3 isim dışında tamamı AKP’lilerden ya da yıllarca AKP’nin yakın çalıştığı isimlerden oluşan kabinenin bu tuhaf formasyonu son zamanlarda gündeme oturan muhalif medya gruplarına ve iş adamlarına yönelik mal varlıklarına el koymayı hedefleyen operasyonların gerçekleşme olasılığını güçlendiriyor. Bugüne kadar hükümet ve cumhurbaşkanlığı çevrelerinden sızdırdığı doğruluğu yaşanarak tescil edilmiş bilgilerle bilinen Twitter fenomeni @fuatavni_f de zaten iki gün ard arda yaptığı paylaşımlarda bu yönde ciddi hazırlıkların olduğunu duyurdu.
1 Kasım seçimleri öncesi yapılacak operasyonlarla muhalif gazetecilerin susturulacağını, muhalif medya organlarına el konulacağını yazan Fuat Avni, Türkiye’nin önde gelen iş adamlarına ve şirketlerinin de operasyonların hedefinde olduğunu söyledi. Buna göre Eczacıbaşı, Boyner ve Koç gruplarına, Osman Kavala ve eski TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz gibi işadamlarına operasyonlar planlanıyor. Medya şirketleri bulunan Aydın Doğan ve Akın İpek’e yönelik operasyonun ise eli kulağında. Fuat Avni’ye göre, operasyonlar bu işadamlarının sahibi oldukları medya organlarını susturmanın yanı sıra bu mal varlıklarına el koymayı da kapsıyor.
Erdoğan ve AKP belli ki, tamamen siyasi hesaplarla rafa kaldırdıkları “çözüm süreci” sonrası başlayan terör hadiselerinden ve yapılan operasyonlardan arzu ettikleri siyasi sonuçlara ulaşamamalarının faturasını muhalif medyaya kesmiş bulunuyor. Yani Fuat Avni’nin de yazdığı gibi, Erdoğan ve AKP, “muhalif medyayı susturamazsa, terör üzerinden hedeflediği oy artışını sağlayamayacağını anlamış” durumda. Bu da 1 Kasım seçimleri öncesi özellikle medyaya yönelik kapsamlı susturma ve el koyma operasyonları ihtimaline güç kazandırıyor. Bu yüzden olsa gerek, tarafsız ve bağımsız olması gereken seçim hükümetine bu operasyonlarda kullanılmak üzere daha önce ne kadar kullanışlı oldukları tescilli isimler atanmış bulunuyor.
Şurası kesin ki, kamu adına muktedirleri denetleme görevini yerine getiren muhalif medyayı hiçbir iktidar sevmez. Hele hele gömüldükleri suç batağından dolayı hukuksuzluktan, despotluktan, diktatörlükten başka çaresi kalmamış yoz bir iktidar muhalif medyaya hiç tahammül edemez. Bu tahammülsüzlüğün vahim örneklerini dünya tarihi Sovyetler dönemi Rusyasında, Mussolini İtalyasında, Hitler Almanyasında, Franco İspanyasında, Pinochet Şilisinde ve komşumuz İran’da fazlasıyla gördü.
Belli ki, bizim ülkemizde de adları pek çok vahim suça karışan yoz muktedirler ne pahasına olursa olsun hukuk önünde asla hesap vermemek için tam teşekküllü bir diktatörlük kurmaya karar vermişler. Bu kararın yargı önünde ya da sandıkta hesap vermek istemeyen ve bu yüzden iktidarı başkalarına devretme lüksü bulunmayan yoz muktedirler için rasyonel bir tercih olmadığını söyleyemeyeceğim. Kaos mimarlığına soyunarak oradan bir dikta rejimi kurmanın kendi amaçları açısından rasyonel olması bunun ahlaki ve hukuki olduğu anlamına elbette ki gelmez. Elbette ki bu, çok büyük oynayıp çok büyük mağduriyetler ve maliyetler pahasına çok büyük bir hukuksuzluklar yaparak çok büyük kazanmak isteyen yoz muhterislerin çok büyük kaybetmeyecekleri anlamına da asla gelmez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder