27 Ağustos 2015 Perşembe

Meşru iktidar boşluğu ve muhalefet sorunu


Bugün Türkiye’de ne gerçek ve meşru bir iktidardan, ne de gerçek bir muhalefetten söz etmek mümkün. 13 yıldır tek başına iktidar olan AKP, 7 Haziran’da yapılan seçimlerde 9 puan birden kaybederek bu imtiyazını kaybetti. Halk, hukuk dışına çıkan, keyfiliği norm haline getiren, geride demokratik hukuk devletine yakışır işlerlikte tek bir kurum bırakmayan, dahası yolsuzlukları, hırsızlıkları ve radikal terör örgütleriyle giriştiği alengirli ilişkilerle her türden örgütlü suçların odağı haline gelen AKP’ye “artık yeter” dedi.
Her ne kadar seçimlerden birinci parti çıksa da, yaşadığı bu büyük seçim hezimetine rağmen AKP, daha doğrusu Erdoğan, Şeytan’a pabucunu ters giydirecek maharetteki politik entrikalarıyla ve kendisini normal gören her insanı tiksindirecek şark kurnazlıklarıyla bu seçimi fiilen geçersiz kılmayı başardı. Dahası halkın kendilerine vermediği, kendilerinin almayı başaramadığı sanal bir siyasi güce ve yetkiye dayanarak hak etmedikleri iktidar koltuğuna adeta yapıştılar.
AKP 80 günü aşkın bir süredir demokratik teamülleri, Anayasa’nın açık hükümlerini, en asgarisinden politik nezaketi ve en temel ahlaki ilkeleri hiçe sayarak sanki iktidarmış gibi yapmaya devam ediyor. Oysa ortada ne seçilmiş bir irade, ne de demokratik ve hukuki meşruiyeti olan herhangi bir iktidar bulunmuyor. Durum o kadar teamüller dışı, o kadar demokratik nezaket ve hukuktan uzak ki, bu çakma ve gayr-i meşru iktidarın bazı kabine üyelerine maaş vermek için uzun süre hukuki bir formül bile bulunamadı. Maliye bakanlığı herhangi bir hukuki çerçevesi olmaksızın fiili ödeme yapmak suretiyle sorunu güya halletti. Sadece bu skandal bile aslında AKP’nin nasıl bir gayr-i meşruluk ve hukuksuzluk içerisinde debelendiğini aklı ve vicdanı körleşmemiş herkese göstermeye yeter.
Aslında burada ben de herkesin düştüğü bir yanlışa düşüyorum. İktidardan bahsederken, AKP’den ve özellikle Başbakan Davutoğlu’ndan sanki iktidarmış gibi bahsetmek yanlış. Asıl iktidar, Anayasa’yı, yasaları, hukuku, mahkeme kararlarını, demokratik teamülleri, devlet sistemini, en temel siyasi ahlak kriterlerini hiçe sayan başka bir adreste. Oyun planını kurgulayan ve bu kurgu kapsamında AKP’yi ve muhalefet partilerini istediği gibi maniple etmeyi başaran Erdoğan’dan başkası değil. Peki Erdoğan, Anayasal olarak sembolik yetkilerle donatılmış bir konumu işgal ettiği halde sürekli gayr-i meşru icraatlarıyla kendisini gösteren bir iktidar odağı olmayı nasıl başarıyor? Bence sorulması gereken asıl soru bu…
Bu soruyu bizzat kendisinin ifadeleriyle cevaplamak mümkün. İşin sırrını, sıkıştıkça “Anayasa’ya uygun olmayan hiçbir eylemim yok” diyerek milleti kandırmaya çalışan Erdoğan’ın “Ben alışılmış bir Cumhurbaşkanı değilim”, “Yönetim sistemi fiilen değişmiştir” sözlerinde aramak gerekiyor. Hem Anayasa’ya uygun, hem de alışılmış cumhurbaşkanı olmamanın nasıl mümkün olabileceğini açıklama ihtiyacı bile duymuyor. Ayrıca, laf olsun diye söylenmemiş bu sözlerin gereğinin gerçekleşmesi için ise, “400’ü verin, bu iş huzur içerisinde çözülsün” sözüne bir göz atmak gerekiyor. Erdoğan’ın hukuksuzluklarını hayata geçirmek için güç aldığı AKP’nin 7 Haziran’da 400 vekil alamaması üzerine ülkenin neden bir anda kan gölüne döndüğünün sırrı da sanırım burada saklı.
Aslında Erdoğan “Alışılmış bir cumhurbaşkanı değilim” demekte haklı. Çünkü bu ülkede yakın geçmişe kadar hep gerçekten de alışılmış cumhurbaşkanları oldu. Sivil ve demokratik yollardan o konuma gelmiş cumhurbaşkanları bir yana, askeri darbe yaparak demokratik olmayan süreçler sonrası o konuma gelen Kenan Evren gibi cumhurbaşkanlarının bile belli bir devlet terbiyesi, belli ölçüde hukuk devleti ilkelerine sadakati vardı. Bu cumhurbaşkanlarının en nefret edilenlerinde bile en nefret ettikleri toplumsal kesimlere karşı belli bir siyasi nezaketi olurdu. Ellerine geçirdikleri konumu ve hükmettikleri devlet gücünü muhalif gördükleri toplumsal kesimlere yönelik bir zulüm ve intikam aracına dönüştürmeyecek kadar belirli bir ahlaki düzeyleri vardı. Hiçbiri ne devleti, ne ülkeyi babasının çiftliği gibi görmüyordu. Milleti de kendilerinin kulu, kölesi görme densizliğine düçar olmamışlardı.
Partizan Erdoğan ise koskoca devleti, demokratik ilkeleri, güçler ayrılığını, temel insan hak ve özgürlüklerini, hukukun üstünlüğünü hiçe sayan bir partizan örgüte çevirdi. Siyasi hesaplarına uyuyorsa en radikal terör örgütlerini bile masumlaştırmakta sorun görmedi. Uluslararası suç çetelerine ve liderlerine bile “hayırsever” diyebilen Erdoğan’ın keyfi şekilde “terör örgütü” dediği kesimlere karşı devleti bir zulüm ve örgütlü suç aracına dönüştürdüğünü görmemek için ise kör, aptal ya da vicdansız olmak gerekiyor.
Her ne kadar görünürde demokratik ve hukuki meşruiyetten yoksun iktidar koltuğunda oturanlar Davutoğlu ve benzeri isimler olsa da, onların da hakiki iktidar olmaktan fersah fersah uzak olduklarını görmek gerekiyor. İşin gerçeği Türkiye’de şu an ne alışılmış anlamda bir hükümet, ne de bir Cumhurbaşkanı bulunuyor. Yani iktidar koltuğunu işgal edenler hükümet değil, cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal eden ise meşru bir cumhurbaşkanı değil. Türkiye, fiilen anayasal sınırlarının dışına taşmış, demokratik meşruiyetten tamamen yoksun, suç üstüne suç işlemeyi huy edinmiş, vatandaşlarının haklarını sürekli ihlal eden, tehdit ve şantajı bir yönetim tarzı olarak benimseyen bir suç çetesinin tahakkümü altında bulunuyor.
Bugün Türkiye’de maalesef demokratik, hukuki ve ahlaki meşruiyeti olan bir iktidar bulunmuyor. Peki demokrasi, özgürlükler, haklar ve hukuk alanındaki felaketleri sahiden kendilerine sorun eden ve bunları engellemek için demokratik yöntemler konusunda ciddi kafa yorup, fiili tepkiler geliştirebilen ve bu sayede suça batmış AKP’ye alternatif bir adres ve umut olmayı başarabilen bir muhalefet bulunuyor mu? Maalesef, o da yok.
Neticede Erdoğan’ın “Yönetim sistemi fiilen değişmiştir” şeklindeki haddini aşan pervasızlığı karşısında “Hukuk yok. Demokrasi askıya alınmış, Anayasa çalışmıyor. Sivil darbeyle karşı karşıyayız” diyen ve bu vahim tespitleri yaptıktan sonra her şey sanki son derece normalmiş gibi evlerine dağılan bir muhalefetimiz var. Gırtlağına kadar suça batmış, her açıdan gaspçı ve yozlaşmış bir iktidarı yerine dibine sokmak, dünyayı ona dar etmek yerine, sürekli o iktidarın kurguladığı entrikaları savuşturmakla meşgul bir muhalefet olabilir mi? Tek dertleri, demokratik ve hukuki meşruiyetini yitirerek adi bir suç çetesine dönüşüp Türkiye’nin başını beladan belaya sokan iktidar partisi olması gerekirken, kendisi gibi muhalif diğer partilerin etkisini kırmaya, oyun planlarını bozmaya çalışan bir muhalefet olabilir mi?
Türkiye’de özel bankalara, özel şirketlere, özel mülkiyete hukuksuz ve keyfi el konulması karşısında; ortalık terör örgütlerinin eylemlerinden geçilmezken adı tek bir suça bile karışmamış yüzlerce özel okul, dershane ve kreşlere keyfi polis baskınları karşısında kılı bile kıpırdamayan bir muhalefet olabilir mi? Erdoğan’ın yaptığı son açıklamalarla resmen teyit ettiği Türkiye’nin tüm muhalif medya organlarına el konulması ve muhalif gazetecilerin tutuklanması planlarına karşı son derece cılız demeçler vermekle yetinen bir muhalefet olabilir mi? Türkiye’nin ve belki de dünyanın gelmiş geçmiş en büyük yolsuzluk ve hırsızlık skandalını, şu yaşanan kaotik ortamın sebeplerini görüşmek üzere bile Meclis’i açık tutmayı başaramayan bir muhalefet olabilir mi? Siyasetin tabiatı gereği muhalefetle iktidarın bazı konularda bir araya gelmesi zor olabilir. Peki Türkiye’yi felakete sürükleyen iktidarın rezilliklerine karşı ortak tavır belirlemek ve sonuç alıcı etkili hamleler yapmak için muhalefet partilerinin birbirleriyle görüşmelerinin önünde hangi engel var?
Olağanüstü şartları, anti-demokratik ve hukuk dışı faktörleri devreye sokmazlarsa AKP’nin ve doğal olarak Erdoğan’ın tıpkı 7 Haziran’daki gibi 1 Kasım seçimlerinde de en büyük kaybeden olması için sebepler çok. Peki AKP’nin kaybedecek olmasının, toplumsal ve siyasal potansiyelini mobilize etmekte yetersiz kalan bu tarzı ve anlayışıyla muhalefet partilerini sonuç üreten bir alternatif haline getirmesinin bir garantisi var mı? Sanmam…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder