28 Nisan 2015 Salı

Kimler çalıyor? Nelerimizi çalıyor?


Türkiye’nin en büyük sorunu hırsızlık! Diğer tüm sorunlar daha büyük hırsızlıklara daha müsait bir ortam oluşturmak için yapılanların sebep olduğu vahim sıkıntılardan ibaret. Daha fazla ve daha rahat çalmak isteyen, bu amaçlarına uygun ortam oluşturmak için gerekli gücü kendisinde görenlerin çaldıkları elbette ki sadece maddi varlıklardan ibaret kalmıyor.
Mesela doymak bilmez çalma ihtiraslarını tatmin için, olmazsa olmazlarından biri şeffaflık ve hesap verebilirlik olan, demokrasiyi kurum ve kuralları ile birlikte çalıyorlar. Kimse kendilerinden hesap sormasın diye adil ve bağımsız yargıyla birlikte hukuku ve hukuka olan güveni de çalıyorlar. Hukuku ve yargıyı tarumar ederek “hukuk önünde herkes eşittir” evrensel ilkesine olan inancı da çalıyorlar. Kimse çalınanlara itiraz edemesin, hırsızlıklar karşısında sesini çıkaramasın diye hak ve özgürlüklerin üzerine inşa edildiği insanların onur, izzet, haysiyet ve iradelerini çalıyorlar.
Durmuyorlar, insan olmaktan kaynaklanan ve hırsızlıklara itirazların gelmesine potansiyel atmosfer oluşturan en temel hak ve özgürlükleri tek tek ya da toplu halde çalıyorlar. Hırsızlıkları kimse sorgulayamasın diye özgür medyaya baskı uyguluyor, kalan medyayı açgözlülükle çalıyorlar. Böylece düşünce ve ifade özgürlüğünü çalıyorlar. Toplanma, örgütlenme ve protesto hakkını çalıyorlar. Hırsızlara karşı bu hakları kullanmakta direnenleri düzmece yargılamalarla cezaevlerine atarak cesur yüreklerin özgürlüklerini çalıyorlar. Hala direnmekte ısrar edenlerin belki de çok yakın bir zamanda kuşkulu senaryolar eşliğinde hayat haklarını bile çalacaklar.
Sadece çalmakla kalmıyorlar! Çaldıklarının bir kısmıyla “çalışıyorlar” görüntüsü vererek hırsızlıkları sağlıklı algılama iradeleri ile birlikte insanların vicdanlarını çalıyorlar. Bununla da yetinmiyorlar! Çaldıklarının çok küçük bir kısmını paylaşmak suretiyle, ateşin cazibesine kapılan sinekler gibi üşüşerek aşağılık suç ve günahlarına ortak ettikleri insanların ahlak ve şereflerini çalıyorlar. Çalma suç ve günahına ortak edemediklerine ise görülmedik gaddarlıkla şahsiyet suikastleri, linç kampanyaları düzenleyip dürüst insanların onurlarıyla oynuyor, haysiyetlerini ahlaksızca lekeliyor, toplum nezdindeki itibar ve şereflerini çalıyorlar.
Ortamı daha fazla çalabilmeye uygun hale getirmek için bir milleti millet yapan tüm ahlaki, manevi ve milli hasletleri tek tek çalıyorlar. Çalmayı, gaspı, soygunu, rüşveti, yolsuzluğu günah gören dinin içini boşaltarak Allah’ın iyi insanlar olmaları için insanlığa gönderdiği dini çalıyorlar. Karakteri müsait herkesi bir şekilde hırsızlıklarına ortak ederek hırsızlığı normalleştiriyor ve topluma yayıyorlar. Hırsızlığın yeni norm ve normal olduğu toplumda karşılıklı şüpheler zirve yaparken insanların birbirine olan güven ve itimadını çalıyorlar. İnsani değerler, ahlaki ilkeler zemininde oluşması gereken toplumsal dayanışmayı çalıyor ve yerine suç, günah ve ayıp ortaklığının zorladığı suçlular arası dayanışmayı koyuyorlar.
Birlikte yaşama kültürünü yok ederek milleti millet yapan her şeyi çalıyorlar. Devleti devlet yapan çok şeyi çalıyorlar. Hukuku hukuk yapan ne varsa çalıyorlar. Ahlak, din, insanlık adına geriye çalınmadık bir şey bırakmıyorlar. Yeni düzenlerinde ahlak ve şeref tehlikeli birer anomaliyken hırsızlık, soygun, rüşvet, yolsuzluk, talan, özel şirketlere ve özel mülkiyete mafyavari yöntemlerle çökmeyi yeni norm haline getiriyorlar. Bu çarpık yeni normlarına uydurdukları güruhları her geçen gün daha da çoğaltarak çalmayı, çırpmayı, yolsuzluğu, talanı normalleştiriyorlar. Bu normalleşme için yalan ve iftiradan oluşan dağlar inşa ediyorlar. Milletin bugününü çalıyorlar! Çocuklarının ve gelecek nesillerinin de geleceğini çalıyorlar. Geriye bir nebze umut bile bırakmıyorlar!
Bu söylediklerim size bir edebiyat, bir belagat gibi geliyor olabilir. Ama inanın öyle değil. Hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet ve irtikab bu ülkenin giderek büyüyen çok acı bir gerçeği. Bu gidişata çok güçlü bir şekilde “dur” denilemezse korkarım ki yarın bu toplumda üzerine konuşabileceğimiz, referanslar verebileceğimiz ya da fiiliyat olanları kıyas ederek değerlendirmeler yapabileceğimiz ne bir değer, ne bir ilke kalacak. Bunu ben söylemiyorum. Anlayanlar için yolsuzluklar üzerine yaptığı kapsamlı bir kamuoyu araştırmasını açıklayan Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün verileri söylüyor.
Bu araştırma sonuçlarına göre de hırsızlık ve yolsuzluklar artıyor ve üstelik halk bunun farkında. Farkında belki ama her nedense çok tepkisiz. Kimbilir belki de duayen gazeteci-yazar Çetin Altan haklı. Belki de Altan’ın dediği gibi “halk yolsuzlukları, hırsızlıkları biliyor ama bir piyango gibi görüyor ve bu piyangonun bir gün kendisine de çıkabileceğini düşünüyor.” Toplumsal yozlaşmanın ve ahlaki çürümenin bundan daha edebi bir ifadesi olabilir mi?
Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün araştırma sonuçları maalesef Çetin Altan’ı doğruluyor. Araştırma sonuçlarına göre halkın yüzde 67’si son iki yıl içerisinde Türkiye’de yolsuzluğun arttığına inanıyorsa nasıl oluyor da aynı halk yolsuzluğun müsebbibi olanlara yüzde 50’lere varan destek verebiliyor? Hele hele yüzde 54’ü önümüzdeki 2 yıl içerisinde yolsuzlukların daha da artacağını düşündüğü halde nasıl oluyor da milletin ve ülkenin geleceğini yolsuzlukların müsebbibi olan kadrolara emanet edebiliyor?
Yolsuzlukların nedenleri arasında en başta “dokunulmazlık ve yolsuzlukların cezasız kalması”nı sayan bir halk nasıl oluyor da o yolsuzlukları yapanları geriye kalan yarım yamalak demokratik imkanlarla siyaseten cezalandırmıyor? Halkın yüzde 55’i hükümetin yolsuzlukla mücadele çabalarını yetersiz buluyorsa, yolsuzlukların kaynağı olan bu hükümetten bu görevi beklemenin tutarsızlığını nasıl göremiyor?
Araştırmaya göre yolsuzluğun en yaygın olduğu kurumların başında yüzde 50’yle belediyeler ve siyasi partiler geliyor. Peki şu vahamete bakar mısınız? Dini kurumlarda yolsuzluk yapıldığına inananların oranı yüzde 25’i buluyor. Nasıl bulmasın ki! Diyanet İşleri Başkanı’nın lüks ve şatafata dalıp milyonluk makam aracına bindiği, debdebeli rezidansına son derece lüks masajlı jakuziler kurdurduğu bir ülkede dine, dini kurumlara ve din adamlarına güven kalır mı?
Halk sistematik yolsuzluklardan ve yaygın hırsızlıklardan şikayet ediyor, ama ne tuhaftır ki, bunlarla mücadele etmek yerine şikayet ettiklerinin giderek daha fazla parçası haline gelmekte de bir sorun görmüyor. 2013 yılında halkın yüzde 21’i rüşvet vermek zorunda kaldığını söylerken, bu oran 2014 yılında yüzde 28,35’i bulmuş durumda. Oysa aynı halk yolsuzlukların nedenleri arasında ilk sırayı on üzerinden 8,14 ile dokunulmazlık ve yolsuzlukların cezasız kalmasına veriyor. Bunu, on üzerinden 7,97 ile siyaset-sermeye ilişkisi, 7,95 ile ihale sistemleri, 7,94 ile medya-sermaye ilişkisi, 7,89 ile toplumsal bilinç eksikliği, yolsuzluğu denetleyen kurumların yetersiz olması ve yargının tarafsız olmaması izliyor.
Nedense halkın aklına bu yolsuzlukları yapanları her seçimde ödüllendirerek tescilli hırsızlara yeniden yolsuzluk imkanı verme konusundaki kendi berbat rolü bir türlü gelmiyor. Halbuki halkın yüzde 50’si yolsuzluğun en çok belediyeler ve siyasi partilerde olduğunu söylüyor. Yani kendisinin seçme hakkı olduğu kurumlarda. Bu oranları, yüzde 47 ile kamu hizmetleri, yüzde 37 ile Meclis, yüzde 34’le sağlık kurumları ve yüzde 30’la medya takip ediyor.
Yine de kendimizi zorlayalım biraz ve umutsuz olmayalım! Çünkü halkın yüzde 52’si yolsuzluk iddialarının oy tercihlerini olumsuz yönde etkileyeceğini de söylüyor. Halkın yüzde 84’ü “devlet memuruna hediye ve bahşiş vermek yolsuzluktur” diyor ama memurları rüşvete, yolsuzluğa alıştıranların Marslılar olmadığını herhalde unutuyor. Kamu kurumlarında işlerin halledilmesi için kişisel bağlantıların ve tanıdıkların ne derece etkili olduğu sorulduğunda, katılımcıların yüzde 61’i etkili olduğunu söylüyor ve korkarım ki bu durum iyice kanıksanmış.
Yolsuzluk iddialarına en duyarsız kesimin, teorik olarak değer eksenli olmaları beklenen güya daha dindar ve daha muhafazakar AKP seçmeni olması ise artık kimseyi şaşırtmıyor. Mesela yolsuzluk iddialarına adı karışan şirketleri bir şekilde cezalandırma eğilimi CHP seçmeni arasında yüzde 75, MHP’de yüzde 74, HDP’de yüzde 74 iken AKP seçmeninde bu oran yüzde 58’de kalıyor. Bu tablonun bize anlattığı, toplumun en dindar ve en muhafazakar görünümlü kesimlerinin en fazla yozlaştığından başka bir şey değil!
Başa dönelim! Muktedir hırsızlar milli ve manevi değerleri gelecek nesillere aktaracak en etkili kesim olan dindar ve muhafazakar kesimleri suç, günah ve ayıplarına ortak ederek milletin kaderiyle oynuyorlar. Artık zayıf bir varsayım olarak milli-manevi değerlere en fazla duyarlı olması beklenen muhafazakar kesimleri bile yozlaştıran bir hırsız güruhu koskoca bir milletin temellerini dinamitliyor. Ve bunların farkında olan o millet olup-biteni sadece aval aval izlemekle yetiniyor!
Özetin özeti: Muktedir hırsızların çaldıklarından geriye bu ülkede elle tutulur hiçbir şey kalmıyor. Herkese geçmiş olsun!
     



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder