Anlaşılan o ki hak, hukuk, özgürlük
tanımayan AKP iktidarı yeni yönetim tarzı olarak sistematik haydutluğu iyice benimsemiş
durumda. 17-25 Aralık 2013 tarihli yolsuzluk operasyonlarıyla rüşvet, hırsızlık
ve yolsuzlukları suç üştü yapılan AKP hükümeti, o tarihten başlayarak Türkiye’deki
yerleşik hukuk sistemini tarumar etti. Dönemin başbakanının
talimatları ve militan başbakanlık müsteşarının aracılığıyla kolluk güçleri
yargının vermiş olduğu talimat ve kararları uygulamadı. Yetmedi 17/25 Aralık’ta
ortalığa saçılan mide bulandırıcı pislikleri örtme gayretiyle tüm bakanlıklar
birer organize çete militanına dönüştürüldü. Her bakanlık, kendilerince istihdam
edilmiş binlerce bürokratın hukuksuz ve keyfi bir şekilde tasfiyesi için
kolları sıvadı.
Bu süreçte demokratik
hukuk devletlerinin olmazsa olmazı durumundaki güçler ayrılığı sistemi ortadan
tamamen kaldırıldı. Demokrat geçindiği dönemlerde bile “yargının devlet içinde
ayrı bir güç gibi hareket ettiği”nden şikayetlenen Erdoğan liderliğindeki bir
yıkım ekibi hak ve özgürlükler, demokrasi ve hukuk adına önlerine ne çıktıysa
yerle bir ettiler. Yıktıklarının yerine koydukları ucubelerde ise hukukilik ve
meşruluk şartına riayet etme ihtiyacı asla duymadılar. Kendi reform çabalarının
demokrasi ve hukuk adına ne kadar kurumsallaşmış sonucu varsa zıvanadan çıkmış
bir Frekenştayn gibi yok edip geçtiler. Yürütme olarak hiçbir kural, hukuk kaidesi
ve ahlaki ilkeyle kendilerini bağlı hissetmeyen iktidar güruhu, bu süreçte
sadece yargıyı iğfal etmekle kalmadı, yasamayı da kendi suç galerilerinin
failleri arasında baş köşeye oturttular.
Halkı demokrasi, evrensel
hukuk, temel insan hak ve özgürlükleri çerçevesinde yönetmekten tamamen vazgeçip
iyiden iyiye ülkeye topyekun tahakküm etmeye yönelen niyeti bozuk bu dar kadro,
yasamanın yerine talimatı ve fermanı, hukukun yerine ise talimatla karar alan
kurgu mahkemeleri koydu. Devletin ağır aksak da olsa işleyen mekanizmasına görülmedik
bir kin ve nefretle saldırmak ve işleyen sisteme hınçla çomak sokmakla kalmadılar,
devleti topyekun ortadan kaldıracak hamlelere soyundular. Türkiye’deki rejim tereddütsüz
tam bir parlamenter sistem olmasına rağmen, tüm kanunları ve kanunların anası
anayasayı yok sayarak fiili ve cebri olarak adeta bir başkanlık sistemi varmış
gibi hoyratça hareket eder hale geldiler. Siz sakın “başkanlık sistemi” dememe aldanmayın.
Ortada sistem falan yok. Sadece kendisini “başkan” zanneden bir zat var. O zat
da hukuktan ve anayasadan almadığı fiili yetkilerle suç üzerine suç işliyor. Bu
sayede mevcut kurulu düzeni bilinçli ve sistematik bir
şekilde paralize ederek ortadan kaldırmayı hedefliyor. Elbette o boşluğu da “başkanlık
sistemi” kamuflajı altında nevi şahsına münhasır bir diktatörlük rejimiyle
doldurmayı amaçlıyor.
Tartışmakta olduğumuz
mesele yüksek siyasetin alanı olan ve soğukkanlılıkla ele alınması icap eden sadece
rejimin karakteri konusu olsa yine bir nebze olsun tahammül edilebilir. Ancak, tüm
erken belirtilerinden anlaşılabildiği kadarıyla ortaya çıkacak bir ucubenin
tesisi için, her gün yüzlerce insanın hunharca katledildiği kaotik bir bölgenin
ortasındaki bu ülke, doymak bilmez güç ve iktidar hırsından başka bir özelliği
olmayan kriminal ve son derece tehlikeli bir kadro tarafından göz göre göre
kaosa sürükleniyor. Belli ki bu iktidar güruhu “yapıcı kaos – constructive chaos”
yaklaşımını tamamen yanlış anlıyor. Anladıkları çerçevesinde var olan düzeni
yok edip, bu sayede yeni bir düzene ihtiyaç oluşturup onun üzerinden
arzuladıkları rejim tasarımını gerçekleştirebilme amacı güdüyor. Bu amaçla da masum
insanlara akla hayale gelmedik iftiralar ve delilsiz suçlamalarla gözaltı ve
tutuklama kararları verebiliyorlar. Muhalif kim varsa haksız ve hukuksuz
şekilde üzerine gidiliyor, insanlar korkutuluyor, sindiriliyor, mafyatik yöntemlerle
doğrudan mal varlıklarına el koyacak kadar haydutluk denemeleri yapılıyor.
Tüm halkın gözleri önünde
Türkiye’nin en büyük holdinglerinden Çukurova Grubu’nun nasıl talan edildiğini
hep birlikte gördük. Ülkedeki en büyük mobil telefon operatörü olan Turkcell; birçok
TV ve gazeteden oluşan medya organları da dahil Holding şirketlerinin hükümet
beslemesi yandaş işadamlarına nasıl peşkeş çekildiğine de şahit olduk. Türk ekonomisini
ve özellikle bankacılık sistemine olan güveni temelinden sarsmak pahasına
sergiledikleri görülmedik bir gözüdönmüşlükle Bank Asya’ya yönelik haydutluk da
herkesin gözleri önünde gerçekleşmedi mi?
Bu haydutluklar devam
ederken aylar boyunca onlarca soruşturma ve denetimden geçmiş olan hayır ve
yardım derneği Kimse Yok Mu? hakkında kural ve hukuk dışı tek bir delil
bulamayan iktidarın gene bir bakanlar kurulu kararıyla KYM’nin yardım
faaliyetlerine nasıl darbe vurmaya çabaladığına da şahitlik etmedik mi? Somut
bir ihmal veya usulsüzlük bulamayan iktidar 113 ülkede yardım faaliyetlerinde
bulunan KYM’yi bugünlerde temelsiz ve mesnetsiz iftira ve suçlamalarla “terör
örgütü” olarak suçlama hazırlığı içerisinde. IŞİD, el-Kaide, İBDA-C, PKK ve
benzeri eli kanlı terör örgütlerine “terör örgütü” bile diyemeyen ve bu terör örgütlerine
vazifeleri gereği operasyon yapan tüm polislerle birlikte savcı ve hakimlere de
operasyon üzerine operasyon düzenleyerek hapse atan bir iktidarın hayır ve
yardım faaliyetleri dışında bir suçu olmayan KYM’yi “terör örgütü” olarak
suçlaması belki tuhaf ama itiraf etmeliyim ki kendi içerisinde bir tutarlılık
arz ediyor. IŞİD, el-Kaide, PKK ve Erdoğan’ın lideriyle sarmaş dolaş olduğu
radikal İBDA-C terör örgütü değilse mantık gereği doğal olarak yardım kuruluşu KYM
bir terör örgütüdür.
Bu kaotik süreçte masum
insanlara casusluk ve vatan hainliği gibi akla hayale gelmeyecek suçlamalarla
kumpas kuran iktidarın bu kumpasa alet olmayan TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Hasan
Palaz’a ve kurum olarak TÜBİTAK’ın kendisine neler yaptığına da şahit olduk.
Sahte delil oluşturma girişiminin parçası olmayı reddettiği için Hasan Palaz,
iki ayrı uyduruk tutuklama kararıyla haftalardır demir parmaklıklar arkasında. Türkiye’nin
yetişmiş en iyi beyinlerinden oluşan TÜBİTAK’taki 1000’in üzerindeki
araştırmacı ve bilim adamı ise derhal atılarak kurum fiilen yok edilmiş
durumda. Boşalan yerleri ilahiyatçılar, veterinerler ve hayvanat bahçesi
yöneticileri ile dolduran iktidar çetesi, bilim ve teknolojiden ne anladığını
da bu vesileyle cümle aleme göstermiş oldu.
Öte yandan, 17/25 Aralık
2013 yolsuzluk operasyonlarını gerçekleştiren polis amirlerinin, savcıların ve
hakimlerin gözaltına alınarak, tutuklanarak, sürgün edilerek, görevden alınarak
ve memuriyetten ihraç edilerek gerçekleştirilen zulümleri de gördük. Evrensel
demokratik hukuka ve tabii hakim ilkesine aykırı bir şekilde ihdas ettikleri
kurgu Sulh Ceza Mahkemeleri üzerinden 22 Temmuz 2014 tarihinde gerçekleştirilen
hukuk dışı operasyonlar sonrasında tutuklanan 17/25 Aralık yolsuzluk
operasyonunda görev almış polis amirleri hakkında aradan geçen 9 aya rağmen ne
somut bir suç delili, ne de bir iddianame ortaya koyan AKP’nin proje yargısı şimdilerde
bu zulümlerine her gün bir yenisini eklemekle meşgul.
14 Aralık 2014’te bir
dizi senaryosundan dolayı onlarca kişiyi gözaltına alacak kadar akıl ve
mantıkla ilişkisini kesmiş bu zalimler güruhu, yine aynı gerekçeyle 140 güne
yakın bir zamandır bazı polis amirleri ile birlikte Samanyolu Yayın Grubu
Başkanı Hidayet Karaca’yı da açık bir haydutlukla özgürlüğünden alıkoyuyor. Zaman
Gazetesi Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın mesleki gerekleri yerine getirmesine
engel olacak şekilde seyahat özgürlüğünü keyfi bir şekilde kısıtlayabiliyor.
Bunlar yetmezmiş gibi yakın tarihi askeri darbeler ve müdahalelerle dolu olan
Türkiye’de yeni darbe teşebbüslerini ve ordu içerisindeki cunta yapılanmalarını
belgeleriyle ortaya koyarak seçilmiş hükümeti ve demokrasiyi ipten alan
gazeteci Mehmet Baransu da akla hayale gelmedik suçlamalarla hapsediliyor. Cezaevindeki
Baransu, dünya çapındaki gazetecilik başarısıyla yüzyılın en önemli 100 araştırmacı
gazetecileri listesine onurla girerken, darbe teşebbüslerini açığa çıkardığı
cuntacı generallerin aynı süreçte serbest bırakılması da garabetin bir başka
boyutunu teşkil ediyor.
İpin ucu bir kere kaçmaya
görsün, her gün yeni bir skandalla karşılaşmak kaçınılmaz oluyor. Tıpkı
Cumartesi gecesi bir mahkemenin verdiği tahliye kararının başına gelenler gibi.
Gazeteci Hidayet Karaca ve suça gömülmüş hükümet tarafından 22 Temmuz 2014 ve
sonrasında hapse atılmış polis amirlerinin maruz kaldığı hukuk ihlallerinden
yola çıkan bir üst mahkeme bu mağdurların tutukluluk halini sona erdirecek bir
tahliye kararı vermiş durumda. Ama maalesef tıpkı yarım yamalak demokrasimizi
olduğu gibi anayasa, hukuk ve yargıyı da iğfal eden aynı iktidar çetesi kararın
açıklandığı andan itibaren mahkemenin bu kesin kararını yok sayarak hukuksuz
şekilde hapse attıkları insanların tutsaklığını devam ettirmek için olmadık
işlere kalkışıyorlar.
Ne yazık ki, hukuka ve
adalete hizmet yerine suçüstü yakalanmış iktidar çetesine hizmeti maharet sanan
bazı yargı mensupları akla hayale gelmedik yöntemlere başvurarak bu haydutluğa alet
oluyorlar. Böylece bugüne kadar yaptıkları hukuksuz işlemlere ve aldıkları
hukuksuz kararlara yenilerini ekleyerek ileride hesabını yargı önünde vermekte güçlük
çekecekleri yeni suçlar işlemekten imtina etmiyorlar.
Türkiye, maalesef, siyasi
ve maddi iktidar ihtirasından başka değer tanımayan, hukuksuz ve despot bir güruhun
elinde her geçen gün yeni bir haydutluk örneğiyle karşılaşıyor. Ülkeyi demokratik
hukuk ilkeleri çerçevesinde yönetme sorumluluğu taşıması gerekenler görülmedik haydutluklara
imza atıyor. Suç üstüne suç işliyor. Herkesin gözleri önünde adım adım ülkeyi sonu
belirsiz bir kaosa sürüklüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder