26 Nisan 2015 Pazar

AKP ülkeyi kaosa sürüklüyor


Anlaşılan o ki hak, hukuk, özgürlük tanımayan AKP iktidarı yeni yönetim tarzı olarak sistematik haydutluğu iyice benimsemiş durumda. 17-25 Aralık 2013 tarihli yolsuzluk operasyonlarıyla rüşvet, hırsızlık ve yolsuzlukları suç üştü yapılan AKP hükümeti, o tarihten başlayarak Türkiye’deki yerleşik hukuk sistemini tarumar etti. Dönemin başbakanının talimatları ve militan başbakanlık müsteşarının aracılığıyla kolluk güçleri yargının vermiş olduğu talimat ve kararları uygulamadı. Yetmedi 17/25 Aralık’ta ortalığa saçılan mide bulandırıcı pislikleri örtme gayretiyle tüm bakanlıklar birer organize çete militanına dönüştürüldü. Her bakanlık, kendilerince istihdam edilmiş binlerce bürokratın hukuksuz ve keyfi bir şekilde tasfiyesi için kolları sıvadı.
Bu süreçte demokratik hukuk devletlerinin olmazsa olmazı durumundaki güçler ayrılığı sistemi ortadan tamamen kaldırıldı. Demokrat geçindiği dönemlerde bile “yargının devlet içinde ayrı bir güç gibi hareket ettiği”nden şikayetlenen Erdoğan liderliğindeki bir yıkım ekibi hak ve özgürlükler, demokrasi ve hukuk adına önlerine ne çıktıysa yerle bir ettiler. Yıktıklarının yerine koydukları ucubelerde ise hukukilik ve meşruluk şartına riayet etme ihtiyacı asla duymadılar. Kendi reform çabalarının demokrasi ve hukuk adına ne kadar kurumsallaşmış sonucu varsa zıvanadan çıkmış bir Frekenştayn gibi yok edip geçtiler. Yürütme olarak hiçbir kural, hukuk kaidesi ve ahlaki ilkeyle kendilerini bağlı hissetmeyen iktidar güruhu, bu süreçte sadece yargıyı iğfal etmekle kalmadı, yasamayı da kendi suç galerilerinin failleri arasında baş köşeye oturttular.
Halkı demokrasi, evrensel hukuk, temel insan hak ve özgürlükleri çerçevesinde yönetmekten tamamen vazgeçip iyiden iyiye ülkeye topyekun tahakküm etmeye yönelen niyeti bozuk bu dar kadro, yasamanın yerine talimatı ve fermanı, hukukun yerine ise talimatla karar alan kurgu mahkemeleri koydu. Devletin ağır aksak da olsa işleyen mekanizmasına görülmedik bir kin ve nefretle saldırmak ve işleyen sisteme hınçla çomak sokmakla kalmadılar, devleti topyekun ortadan kaldıracak hamlelere soyundular. Türkiye’deki rejim tereddütsüz tam bir parlamenter sistem olmasına rağmen, tüm kanunları ve kanunların anası anayasayı yok sayarak fiili ve cebri olarak adeta bir başkanlık sistemi varmış gibi hoyratça hareket eder hale geldiler. Siz sakın “başkanlık sistemi” dememe aldanmayın. Ortada sistem falan yok. Sadece kendisini “başkan” zanneden bir zat var. O zat da hukuktan ve anayasadan almadığı fiili yetkilerle suç üzerine suç işliyor. Bu sayede mevcut kurulu düzeni bilinçli ve sistematik bir şekilde paralize ederek ortadan kaldırmayı hedefliyor. Elbette o boşluğu da “başkanlık sistemi” kamuflajı altında nevi şahsına münhasır bir diktatörlük rejimiyle doldurmayı amaçlıyor.
Tartışmakta olduğumuz mesele yüksek siyasetin alanı olan ve soğukkanlılıkla ele alınması icap eden sadece rejimin karakteri konusu olsa yine bir nebze olsun tahammül edilebilir. Ancak, tüm erken belirtilerinden anlaşılabildiği kadarıyla ortaya çıkacak bir ucubenin tesisi için, her gün yüzlerce insanın hunharca katledildiği kaotik bir bölgenin ortasındaki bu ülke, doymak bilmez güç ve iktidar hırsından başka bir özelliği olmayan kriminal ve son derece tehlikeli bir kadro tarafından göz göre göre kaosa sürükleniyor. Belli ki bu iktidar güruhu “yapıcı kaos – constructive chaos” yaklaşımını tamamen yanlış anlıyor. Anladıkları çerçevesinde var olan düzeni yok edip, bu sayede yeni bir düzene ihtiyaç oluşturup onun üzerinden arzuladıkları rejim tasarımını gerçekleştirebilme amacı güdüyor. Bu amaçla da masum insanlara akla hayale gelmedik iftiralar ve delilsiz suçlamalarla gözaltı ve tutuklama kararları verebiliyorlar. Muhalif kim varsa haksız ve hukuksuz şekilde üzerine gidiliyor, insanlar korkutuluyor, sindiriliyor, mafyatik yöntemlerle doğrudan mal varlıklarına el koyacak kadar haydutluk denemeleri yapılıyor.
Tüm halkın gözleri önünde Türkiye’nin en büyük holdinglerinden Çukurova Grubu’nun nasıl talan edildiğini hep birlikte gördük. Ülkedeki en büyük mobil telefon operatörü olan Turkcell; birçok TV ve gazeteden oluşan medya organları da dahil Holding şirketlerinin hükümet beslemesi yandaş işadamlarına nasıl peşkeş çekildiğine de şahit olduk. Türk ekonomisini ve özellikle bankacılık sistemine olan güveni temelinden sarsmak pahasına sergiledikleri görülmedik bir gözüdönmüşlükle Bank Asya’ya yönelik haydutluk da herkesin gözleri önünde gerçekleşmedi mi?
Bu haydutluklar devam ederken aylar boyunca onlarca soruşturma ve denetimden geçmiş olan hayır ve yardım derneği Kimse Yok Mu? hakkında kural ve hukuk dışı tek bir delil bulamayan iktidarın gene bir bakanlar kurulu kararıyla KYM’nin yardım faaliyetlerine nasıl darbe vurmaya çabaladığına da şahitlik etmedik mi? Somut bir ihmal veya usulsüzlük bulamayan iktidar 113 ülkede yardım faaliyetlerinde bulunan KYM’yi bugünlerde temelsiz ve mesnetsiz iftira ve suçlamalarla “terör örgütü” olarak suçlama hazırlığı içerisinde. IŞİD, el-Kaide, İBDA-C, PKK ve benzeri eli kanlı terör örgütlerine “terör örgütü” bile diyemeyen ve bu terör örgütlerine vazifeleri gereği operasyon yapan tüm polislerle birlikte savcı ve hakimlere de operasyon üzerine operasyon düzenleyerek hapse atan bir iktidarın hayır ve yardım faaliyetleri dışında bir suçu olmayan KYM’yi “terör örgütü” olarak suçlaması belki tuhaf ama itiraf etmeliyim ki kendi içerisinde bir tutarlılık arz ediyor. IŞİD, el-Kaide, PKK ve Erdoğan’ın lideriyle sarmaş dolaş olduğu radikal İBDA-C terör örgütü değilse mantık gereği doğal olarak yardım kuruluşu KYM bir terör örgütüdür.
Bu kaotik süreçte masum insanlara casusluk ve vatan hainliği gibi akla hayale gelmeyecek suçlamalarla kumpas kuran iktidarın bu kumpasa alet olmayan TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Hasan Palaz’a ve kurum olarak TÜBİTAK’ın kendisine neler yaptığına da şahit olduk. Sahte delil oluşturma girişiminin parçası olmayı reddettiği için Hasan Palaz, iki ayrı uyduruk tutuklama kararıyla haftalardır demir parmaklıklar arkasında. Türkiye’nin yetişmiş en iyi beyinlerinden oluşan TÜBİTAK’taki 1000’in üzerindeki araştırmacı ve bilim adamı ise derhal atılarak kurum fiilen yok edilmiş durumda. Boşalan yerleri ilahiyatçılar, veterinerler ve hayvanat bahçesi yöneticileri ile dolduran iktidar çetesi, bilim ve teknolojiden ne anladığını da bu vesileyle cümle aleme göstermiş oldu.
Öte yandan, 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonlarını gerçekleştiren polis amirlerinin, savcıların ve hakimlerin gözaltına alınarak, tutuklanarak, sürgün edilerek, görevden alınarak ve memuriyetten ihraç edilerek gerçekleştirilen zulümleri de gördük. Evrensel demokratik hukuka ve tabii hakim ilkesine aykırı bir şekilde ihdas ettikleri kurgu Sulh Ceza Mahkemeleri üzerinden 22 Temmuz 2014 tarihinde gerçekleştirilen hukuk dışı operasyonlar sonrasında tutuklanan 17/25 Aralık yolsuzluk operasyonunda görev almış polis amirleri hakkında aradan geçen 9 aya rağmen ne somut bir suç delili, ne de bir iddianame ortaya koyan AKP’nin proje yargısı şimdilerde bu zulümlerine her gün bir yenisini eklemekle meşgul.
14 Aralık 2014’te bir dizi senaryosundan dolayı onlarca kişiyi gözaltına alacak kadar akıl ve mantıkla ilişkisini kesmiş bu zalimler güruhu, yine aynı gerekçeyle 140 güne yakın bir zamandır bazı polis amirleri ile birlikte Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca’yı da açık bir haydutlukla özgürlüğünden alıkoyuyor. Zaman Gazetesi Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın mesleki gerekleri yerine getirmesine engel olacak şekilde seyahat özgürlüğünü keyfi bir şekilde kısıtlayabiliyor. Bunlar yetmezmiş gibi yakın tarihi askeri darbeler ve müdahalelerle dolu olan Türkiye’de yeni darbe teşebbüslerini ve ordu içerisindeki cunta yapılanmalarını belgeleriyle ortaya koyarak seçilmiş hükümeti ve demokrasiyi ipten alan gazeteci Mehmet Baransu da akla hayale gelmedik suçlamalarla hapsediliyor. Cezaevindeki Baransu, dünya çapındaki gazetecilik başarısıyla yüzyılın en önemli 100 araştırmacı gazetecileri listesine onurla girerken, darbe teşebbüslerini açığa çıkardığı cuntacı generallerin aynı süreçte serbest bırakılması da garabetin bir başka boyutunu teşkil ediyor.
İpin ucu bir kere kaçmaya görsün, her gün yeni bir skandalla karşılaşmak kaçınılmaz oluyor. Tıpkı Cumartesi gecesi bir mahkemenin verdiği tahliye kararının başına gelenler gibi. Gazeteci Hidayet Karaca ve suça gömülmüş hükümet tarafından 22 Temmuz 2014 ve sonrasında hapse atılmış polis amirlerinin maruz kaldığı hukuk ihlallerinden yola çıkan bir üst mahkeme bu mağdurların tutukluluk halini sona erdirecek bir tahliye kararı vermiş durumda. Ama maalesef tıpkı yarım yamalak demokrasimizi olduğu gibi anayasa, hukuk ve yargıyı da iğfal eden aynı iktidar çetesi kararın açıklandığı andan itibaren mahkemenin bu kesin kararını yok sayarak hukuksuz şekilde hapse attıkları insanların tutsaklığını devam ettirmek için olmadık işlere kalkışıyorlar.
Ne yazık ki, hukuka ve adalete hizmet yerine suçüstü yakalanmış iktidar çetesine hizmeti maharet sanan bazı yargı mensupları akla hayale gelmedik yöntemlere başvurarak bu haydutluğa alet oluyorlar. Böylece bugüne kadar yaptıkları hukuksuz işlemlere ve aldıkları hukuksuz kararlara yenilerini ekleyerek ileride hesabını yargı önünde vermekte güçlük çekecekleri yeni suçlar işlemekten imtina etmiyorlar.
Türkiye, maalesef, siyasi ve maddi iktidar ihtirasından başka değer tanımayan, hukuksuz ve despot bir güruhun elinde her geçen gün yeni bir haydutluk örneğiyle karşılaşıyor. Ülkeyi demokratik hukuk ilkeleri çerçevesinde yönetme sorumluluğu taşıması gerekenler görülmedik haydutluklara imza atıyor. Suç üstüne suç işliyor. Herkesin gözleri önünde adım adım ülkeyi sonu belirsiz bir kaosa sürüklüyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder