24 Haziran 2014 Salı

Yönünü yitirmiş, çivisi çıkmış ülke


Bazen öyle durumlarla karşılaşır ki insan, gördüğü veya yaşadığı akıl almaz olaylar ve gelişmelere makul ve mantıklı bir izah yolu bulamaz. Amin Maalouf’un Türkçe’ye “Çivisi Çıkmış Dünya” adıyla çevrilen Fransızca “Le Dereglement Du Monde” eseri de belki böylesine izahı zor durumlar karşısında oluşan şaşkınlığın ifadesi olarak vücut bulmuş olabilir. Maalouf’u “dünyanın çivisinin çıktığı” duygusuna iten sebepler şöyle ya da böyle biliniyor. Ama eminim ki, şayet Maalouf  Türkiye’de yaşıyor olsaydı son dönemde bu ülkede şahit olunan hadiselerin tasviri için “çivisi çıkmak” tabirinin bile yetersiz kalacağını düşünebilirdi.
Türkiye’nin demokratikleşmesi, hukuk standartlarının, sivil hak ve özgürlüklerin gelişmesi için onlarca yıldır sürdürdüğü faaliyetleriyle bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı doğru ve yerinde bir zamanlamayla geçtiğimiz hafta sonu  Düzce’nin Karadeniz kıyısındaki şirin ilçesi Akçakoca’da “Türkiye’nin Yönü” başlığıyla 33. Abant Toplantısı’nı düzenledi. Dış politikadan jeopolitiğe, hukuk sisteminden yönetim sistemine, değerler tercihinden kalkınmaya, şehirleşmeden çevre duyarlılığına uzanan bir skalada herhangi bir ülkenin ne olduğunu derli toplu anlamaya yarayan tüm konular bu toplantıda masaya yatırıldı. Toplantıya katılan her görüşten ülkenin entelektüel birikimini temsil eden aydınlar, üç gün süren toplantılar neticesinde, sadece dış politikada değil saydığımız tüm alanlarda Türkiye’nin yönünü tamamen yitirmiş, nereye yol aldığı belirsiz bir şaşkın ülke durumuna geldiğinde hemfikir oldular.
33. Abant Toplantısı olmasına ve yurtdışında düzenlenen birkaç istisna dışında bugüne kadar bu isimle bütün toplantıların Abant’ta yapılmasına rağmen toplantının bu sefer Akaçakoca’da yapılmak zorunda kalması bile başlı başına aslında ülkenin içinde bulunduğu dramatik durumu anlatmaya yeter. Baskı ve despotizmi karakteri haline getiren Erdoğan hükümetinin Abant Platformu’na salon ve oda vermemeleri için Abant’taki tüm otellere yaptığı baskılar, tek başına, yönünü iyice yitirmiş Türkiye’nin korkunç bir akıl tutulmasına maruz tehlikeli bir ekip tarafından nereye sürüklendiğini gösterir nitelikte.
Zihniyet olarak zaten sorunlu olan siyasal İslamcılığı kendi kötü niyetli hedefleri yönünde sınırsızca istismar eden Erdoğan hükümetinin hak ve hukuk ihlallerini burada sıralamaya kalksak bu köşeye sığmaz. Değerler tercihi konusunda köklü bir kopuş yaşayan Erdoğan hükümetinin Türkiye için demokrasi yerine despotizmi, hukuk yerine ilkel keyfiliği, katılımcılık yerine dışlayıcılığı, çoğulculuk (pluralizm) yerine çoğunlukçuluğu (majoritaranism), yönetişim yerine tahakkümü, serbest piyasa yerine kontrol ekonomisini tercih ettiği iyice aşikar hale gelmiş durumda. Bu tercihlerinin doğal bir sonucu olarak başta AB üyelik süreci olmak üzere Batı’ya, Batı değerlerine ve kurumlarına yüz çevirdiğinden de artık şüphe bulunmuyor.
Türkiye’nin belki yüzlerce yıllık yönelimini radikal bir şekilde rotasından çıkarıp, nereye demirleyeceği belli olmayan fırtınalı bir maceraya sürükleyen gözünü hırs bürümüş bu despotik zihniyetin ne temel insani hak ve özgürlükler, ne hukuk, ne de evrensel demokratik ilkeler gibi herhangi bir kısıtı maalesef bulunmuyor. Bu türden kısıtları olmayınca da, işlerine geldiği oranda hukuksuzluklar, keyfilikler, toplumun değişik kesimlerine yönelik baskı ve zulümler sonuç veren sıradan yöntemlere dönüşüyor.
“Cadı avı” gibi tarihin en karanlık sayfalarıyla birlikte anılan insanlık dışı bir aşağılık eylemi bile “cadı avıysa cadı avı da yapacağız” diyerek sahiplenen Başbakan Erdoğan’ın, hedefe koyduğu, Türkiye’nin en büyük sivil toplum hareketi olan Hizmet Hareketi’ne yönelik hukuk dışı kumpas ve komploların harekete geçirildiğine dair her gün yeni kanıtlar ve eylemler ortaya çıkıyor. 17-25 Aralık 2013 tarihli kapsamlı yolsuzluk operasyonları sonucunda milyarlarca dolarlık hacmiyle tarihin en büyük yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık ve usulsüzlüklerinin faili olduğu somut kanıtlarıyla ortaya çıkan Başbakan Erdoğan ve çevresindekilerin bu skandalın üstünü örtmek için uygulamaya soktukları yöntemler ortada. On binlerce polis yetkilisini defalarca görevden alan, yüzlerce savcı ve hakimi iş yapamaz hale getiren, binlerce bürokratı görevden alan Erdoğan zaten cadı avını çoktan başlatmıştı.
Buna rağmen, hiçbir soruşturma ya da yargı kararı olmaksızın son 7 aydır toplumun bir kesimini terör örgütü, haşaşi, paralel devlet veya suç örgütü olmakla suçlayan Erdoğan, belli ki bahsini ettiği “cadı avı”yla bugüne kadar hukuk dışı ve keyfi yapıp ettiklerini kastetmiyor. Birkaç gün önce Erdoğan’ın, kendi kuklaları durumundaki sözde gazetecilere yaptığı açıklamalarda söylediği gibi, asıl cadı avı henüz başlamamış bile. Bugüne kadar üslubu ve yaptıklarıyla dört başı mamur bir despot görüntüsü sergileyen Erdoğan, belli ki önümüzdeki dönemde keyfilik ve hukuksuzlukta iyice vites büyütecek. Tüm sözleri ve ortaya çıkan kanıtlar maalesef böyle bir vehamete işaret ediyor.
Öyle ki, eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in gündeme getirdiği komplo adımlarını içeren 23 maddelik Hizmet Hareketi’ni bitirme planı tartışılıyorken Erdoğan’ın “Belli şeylerin oluşması gerekiyor. Bir proje geliştiriyoruz. O bitince süreç hızlanacak,” açıklaması Türkiye’nin yön şaşkınlığının hukuk ve insanlık dışı bir zemine doğru evrildiğini ortaya koyuyor. Erdoğan, yandaş gazetecilerin yönlendirmeli sorularına cevap verirken Yargıtay düzenlemesinin altındaki asıl gayeyi de ifşa ediyor. Yandaş gazetecilerin “İnlerine kadar gireceğiz diyorsunuz, girmeye başladınız mı?” sorusuna Erdoğan, “Yürütmenin adımlarını paralel yargı köstekliyor. Şimdi yaptığımız bazı yasal düzenlemeler Cumhurbaşkanı’nın önünde. Onun tarafından onaylanınca, hızlı adımlar atılacak… Kırmızı bültenler yayınlamaktan dava açmaya kadar her şey olacak. Onlar nasıl bize yüzlerce dava açtı, biz de onlara yüzlerce, binlerce dava açacağız. O zaman olay farklı gelişecek… Bir proje geliştiriyoruz. O bitince süreç hızlanacak” demişti.
Birileri yürütmenin bu hukuk tanımaz, bilmez başına acilen demokrasilerin ve hukuk devletinin olmazsa olmazı durumundaki güçler ayrılığı ilkesini ve yargının bağımsızlığını mutlaka hatırlatmalı. Yargıya müdahalenin ve yargıyı yönlendirmenin anayasal bir suç olarak eninde sonunda yargılanacağı uyarısında bulunmalı. Ama burada konumuz bu değil.
Konumuza dönecek olursak, malumunuz El Cezire Türkiye internet sitesi Pazartesi günü, Erdoğan hükümetinin hazırladığı ‘Hizmet Hareketi’ni bitirme planı’nın medyadan sonra yargı ayağının da hayata geçirildiği ortaya çıkardı. Eski İçişleri Bakanı Şahin’in soru önergesiyle deşifre ettiği planın ardından harekete geçen Erdoğancı bir savcının, Emniyet’e skandal fişleme talimatları verdiği öğrenildi. Today’s Zaman’da bugün ayrıntılarını okuyacağınız bu skandal, savcının hukuk dışı ve Anayasa’ya aykırı talimatlarıyla Erdoğan hükümetinin komploya yönelik eylem planındaki ifadelerin bire bir örtüştüğünü ortaya koyuyor.
11 Haziran 2014 tarihli savcılık talimatındaki Anayasa’ya ve hukuka aykırı talepler ‘soruşturma talebi’ şeklinde sıralanıyor. Yurtiçinde tüm il ve ilçelere kadar araştırma talep edilirken MİT, MASAK, TİB gibi devlet kurumları 76 milyon vatandaşı fişlemek için resmen harekete geçiriliyor. Talimatta Hizmet Hareketi’nin “silahlı bir terör örgütü” niteliği bulunup bulunmadığının tespit edilmesi gibi hiçbir delile dayanmayan, vatandaşların bir kısmını hedefe koyan hukuksuz talepler yer alıyor. Medyadan sivil toplum kuruluşlarına, akademi, okul, yurt, ev, dershane, şirket, vakıf ve derneklere ilişkin her türlü bilginin elde edilmesi talimatı, Erdoğan’ın ‘cadı avı’ projesini teyit ediyor.
Gırtlağına kadar rüşvet ve yolsuzluğa batarak tamamen yozlaşan bir iktidarın tasallutu altında demokrasi ve hukuk devletinden saparak yönünü kaybeden Türkiye’nin çivisinin iyice çıktığını söylemeyelim de ne yapalım? Siz söyleyin bana, başbakanının her geçen gün daha da despotlaşarak devleti hak ve hukuk tanımaz zorba bir mafyatik suç örgütü gibi yönetme eğilimi sergilediği bir ülkeyi başka nasıl adlandırabiliriz ki?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder