Bazen öyle durumlarla
karşılaşır ki insan, gördüğü veya yaşadığı akıl almaz olaylar ve gelişmelere
makul ve mantıklı bir izah yolu bulamaz. Amin Maalouf’un Türkçe’ye “Çivisi
Çıkmış Dünya” adıyla çevrilen Fransızca “Le Dereglement Du Monde” eseri de
belki böylesine izahı zor durumlar karşısında oluşan şaşkınlığın ifadesi olarak
vücut bulmuş olabilir. Maalouf’u “dünyanın çivisinin çıktığı” duygusuna iten
sebepler şöyle ya da böyle biliniyor. Ama eminim ki, şayet Maalouf Türkiye’de yaşıyor olsaydı son dönemde bu
ülkede şahit olunan hadiselerin tasviri için “çivisi çıkmak” tabirinin bile yetersiz
kalacağını düşünebilirdi.
Türkiye’nin demokratikleşmesi,
hukuk standartlarının, sivil hak ve özgürlüklerin gelişmesi için onlarca yıldır
sürdürdüğü faaliyetleriyle bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı doğru ve
yerinde bir zamanlamayla geçtiğimiz hafta sonu Düzce’nin Karadeniz kıyısındaki şirin ilçesi
Akçakoca’da “Türkiye’nin Yönü” başlığıyla 33. Abant Toplantısı’nı düzenledi. Dış
politikadan jeopolitiğe, hukuk sisteminden yönetim sistemine, değerler
tercihinden kalkınmaya, şehirleşmeden çevre duyarlılığına uzanan bir skalada
herhangi bir ülkenin ne olduğunu derli toplu anlamaya yarayan tüm konular bu
toplantıda masaya yatırıldı. Toplantıya katılan her görüşten ülkenin entelektüel
birikimini temsil eden aydınlar, üç gün süren toplantılar neticesinde, sadece
dış politikada değil saydığımız tüm alanlarda Türkiye’nin yönünü tamamen
yitirmiş, nereye yol aldığı belirsiz bir şaşkın ülke durumuna geldiğinde
hemfikir oldular.
33. Abant Toplantısı olmasına
ve yurtdışında düzenlenen birkaç istisna dışında bugüne kadar bu isimle bütün
toplantıların Abant’ta yapılmasına rağmen toplantının bu sefer Akaçakoca’da yapılmak
zorunda kalması bile başlı başına aslında ülkenin içinde bulunduğu dramatik
durumu anlatmaya yeter. Baskı ve despotizmi karakteri haline getiren Erdoğan
hükümetinin Abant Platformu’na salon ve oda vermemeleri için Abant’taki tüm otellere
yaptığı baskılar, tek başına, yönünü iyice yitirmiş Türkiye’nin korkunç bir
akıl tutulmasına maruz tehlikeli bir ekip tarafından nereye sürüklendiğini gösterir
nitelikte.
Zihniyet olarak zaten
sorunlu olan siyasal İslamcılığı kendi kötü niyetli hedefleri yönünde
sınırsızca istismar eden Erdoğan hükümetinin hak ve hukuk ihlallerini burada sıralamaya
kalksak bu köşeye sığmaz. Değerler tercihi konusunda köklü bir kopuş yaşayan
Erdoğan hükümetinin Türkiye için demokrasi yerine despotizmi, hukuk yerine
ilkel keyfiliği, katılımcılık yerine dışlayıcılığı, çoğulculuk (pluralizm)
yerine çoğunlukçuluğu (majoritaranism), yönetişim yerine tahakkümü, serbest
piyasa yerine kontrol ekonomisini tercih ettiği iyice aşikar hale gelmiş
durumda. Bu tercihlerinin doğal bir sonucu olarak başta AB üyelik süreci olmak
üzere Batı’ya, Batı değerlerine ve kurumlarına yüz çevirdiğinden de artık şüphe
bulunmuyor.
Türkiye’nin belki yüzlerce
yıllık yönelimini radikal bir şekilde rotasından çıkarıp, nereye demirleyeceği
belli olmayan fırtınalı bir maceraya sürükleyen gözünü hırs bürümüş bu despotik
zihniyetin ne temel insani hak ve özgürlükler, ne hukuk, ne de evrensel demokratik
ilkeler gibi herhangi bir kısıtı maalesef bulunmuyor. Bu türden kısıtları
olmayınca da, işlerine geldiği oranda hukuksuzluklar, keyfilikler, toplumun değişik
kesimlerine yönelik baskı ve zulümler sonuç veren sıradan yöntemlere dönüşüyor.
“Cadı avı” gibi tarihin
en karanlık sayfalarıyla birlikte anılan insanlık dışı bir aşağılık eylemi bile
“cadı avıysa cadı avı da yapacağız” diyerek sahiplenen Başbakan Erdoğan’ın,
hedefe koyduğu, Türkiye’nin en büyük sivil toplum hareketi olan Hizmet Hareketi’ne
yönelik hukuk dışı kumpas ve komploların harekete geçirildiğine dair her gün
yeni kanıtlar ve eylemler ortaya çıkıyor. 17-25 Aralık 2013 tarihli kapsamlı yolsuzluk
operasyonları sonucunda milyarlarca dolarlık hacmiyle tarihin en büyük
yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık ve usulsüzlüklerinin faili olduğu somut
kanıtlarıyla ortaya çıkan Başbakan Erdoğan ve çevresindekilerin bu skandalın
üstünü örtmek için uygulamaya soktukları yöntemler ortada. On binlerce polis
yetkilisini defalarca görevden alan, yüzlerce savcı ve hakimi iş yapamaz hale
getiren, binlerce bürokratı görevden alan Erdoğan zaten cadı avını çoktan
başlatmıştı.
Buna rağmen, hiçbir
soruşturma ya da yargı kararı olmaksızın son 7 aydır toplumun bir kesimini
terör örgütü, haşaşi, paralel devlet veya suç örgütü olmakla suçlayan Erdoğan,
belli ki bahsini ettiği “cadı avı”yla bugüne kadar hukuk dışı ve keyfi yapıp
ettiklerini kastetmiyor. Birkaç gün önce Erdoğan’ın, kendi kuklaları
durumundaki sözde gazetecilere yaptığı açıklamalarda söylediği gibi, asıl cadı
avı henüz başlamamış bile. Bugüne kadar üslubu ve yaptıklarıyla dört başı mamur
bir despot görüntüsü sergileyen Erdoğan, belli ki önümüzdeki dönemde keyfilik
ve hukuksuzlukta iyice vites büyütecek. Tüm sözleri ve ortaya çıkan kanıtlar
maalesef böyle bir vehamete işaret ediyor.
Öyle ki, eski İçişleri
Bakanı İdris Naim Şahin’in gündeme getirdiği komplo adımlarını içeren 23
maddelik Hizmet Hareketi’ni bitirme planı tartışılıyorken Erdoğan’ın “Belli
şeylerin oluşması gerekiyor. Bir proje geliştiriyoruz. O bitince süreç
hızlanacak,” açıklaması Türkiye’nin yön şaşkınlığının hukuk ve insanlık dışı
bir zemine doğru evrildiğini ortaya koyuyor. Erdoğan, yandaş gazetecilerin
yönlendirmeli sorularına cevap verirken Yargıtay düzenlemesinin altındaki asıl
gayeyi de ifşa ediyor. Yandaş gazetecilerin “İnlerine kadar gireceğiz
diyorsunuz, girmeye başladınız mı?” sorusuna Erdoğan, “Yürütmenin adımlarını
paralel yargı köstekliyor. Şimdi yaptığımız bazı yasal düzenlemeler
Cumhurbaşkanı’nın önünde. Onun tarafından onaylanınca, hızlı adımlar atılacak… Kırmızı
bültenler yayınlamaktan dava açmaya kadar her şey olacak. Onlar nasıl bize
yüzlerce dava açtı, biz de onlara yüzlerce, binlerce dava açacağız. O zaman
olay farklı gelişecek… Bir proje geliştiriyoruz. O bitince süreç hızlanacak”
demişti.
Birileri yürütmenin bu
hukuk tanımaz, bilmez başına acilen demokrasilerin ve hukuk devletinin olmazsa
olmazı durumundaki güçler ayrılığı ilkesini ve yargının bağımsızlığını mutlaka
hatırlatmalı. Yargıya müdahalenin ve yargıyı yönlendirmenin anayasal bir suç
olarak eninde sonunda yargılanacağı uyarısında bulunmalı. Ama burada konumuz bu
değil.
Konumuza dönecek
olursak, malumunuz El Cezire Türkiye internet sitesi Pazartesi günü, Erdoğan hükümetinin
hazırladığı ‘Hizmet Hareketi’ni bitirme planı’nın medyadan sonra yargı ayağının
da hayata geçirildiği ortaya çıkardı. Eski İçişleri Bakanı Şahin’in soru
önergesiyle deşifre ettiği planın ardından harekete geçen Erdoğancı bir
savcının, Emniyet’e skandal fişleme talimatları verdiği öğrenildi. Today’s
Zaman’da bugün ayrıntılarını okuyacağınız bu skandal, savcının hukuk dışı ve Anayasa’ya
aykırı talimatlarıyla Erdoğan hükümetinin komploya yönelik eylem planındaki
ifadelerin bire bir örtüştüğünü ortaya koyuyor.
11 Haziran 2014 tarihli
savcılık talimatındaki Anayasa’ya ve hukuka aykırı talepler ‘soruşturma talebi’
şeklinde sıralanıyor. Yurtiçinde tüm il ve ilçelere kadar araştırma talep
edilirken MİT, MASAK, TİB gibi devlet kurumları 76 milyon vatandaşı fişlemek
için resmen harekete geçiriliyor. Talimatta Hizmet Hareketi’nin “silahlı bir
terör örgütü” niteliği bulunup bulunmadığının tespit edilmesi gibi hiçbir
delile dayanmayan, vatandaşların bir kısmını hedefe koyan hukuksuz talepler yer
alıyor. Medyadan sivil toplum kuruluşlarına, akademi, okul, yurt, ev, dershane,
şirket, vakıf ve derneklere ilişkin her türlü bilginin elde edilmesi talimatı, Erdoğan’ın
‘cadı avı’ projesini teyit ediyor.
Gırtlağına kadar rüşvet
ve yolsuzluğa batarak tamamen yozlaşan bir iktidarın tasallutu altında demokrasi
ve hukuk devletinden saparak yönünü kaybeden Türkiye’nin çivisinin iyice çıktığını
söylemeyelim de ne yapalım? Siz söyleyin bana, başbakanının her geçen gün daha
da despotlaşarak devleti hak ve hukuk tanımaz zorba bir mafyatik suç örgütü
gibi yönetme eğilimi sergilediği bir ülkeyi başka nasıl adlandırabiliriz ki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder