12 Haziran 2014 Perşembe

Hırs körlüğü Türkiye’yi batağa sürüklüyor



    Güzel Türkçemizde her durumu birkaç kelimeyle mükemmelce anlatan enfes atasözleri bulunuyor. “Besle kargayı oysun gözünü” de bunlardan biri. Türedi Irak Şam İslam Devleti'nin (IŞİD) Irak ve Suriye’de giriştiği işgali, kıyımları ve Türkiye’yi artık tehdit eder hale gelmesini de bundan iyi anlatabilecek bir söz yoktur sanırım.
            Malumunuz aşırı sürat bir noktadan sonra otomobil sürücülerinde “hız körlüğü”ne yol açar. Fark edilmeyen hız körlüğü ise genellikle ölümlü trafik kazalarıyla neticelenir. İşte trafikteki hız körlüğü gibi başta Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu olmak üzere Erdoğan hükümeti de iflah olmaz bir şekilde güç sarhoşluğuna kendilerini kaptırarak adeta bir çeşit “hırs körlüğü”ne maruz kalmışlar gibi.
Bu sarhoşluk ve hırs körlüğüyle Erdoğan hükümeti, Türkiye’nin “içişleri” olarak tanımladıkları Suriye’yi siyaseten dizayn için her türden muhaliflere cesaret ve arkasında durmayacakları sözler vererek bu komşu ülkenin yıkımında Esed kadar olmasa bile ciddi bir vebale ortak oldu. Bugün Suriye şehirlerinin yakılıp yıkılmasında, en az 160 bin insanın hayatını kaybetmesinde, yüz binlercesinin yaralanması veya sakat kalmasında, en az 3 milyon insanın mülteci durumuna düşmesinde, en az 7 milyon insanın evlerini barklarını terk edip ülke içerisinde göç etmek zorunda kalmasında sorumluluğun yüzde 95’i Esed rejimine aitse, belki en az yüzde 60’ı da başta Davutoğlu olmak üzere Erdoğan hükümetine aittir.
Şimdi iki dakika durun ve düşünün: “Ortadoğu’nun sahibi biziz”, “Ortadoğu’da düzen kurucuyuz”, “Ortadoğu bizden sorulur”, “Kimse kudretimizi test etmeye kalkmasın!” gibi temelsiz ve ucuz kahramanlık söylemleri eşliğinde atılan her adımda çuvallayan bir dış politikanın dümeninde olmak ve hala hamasetle durumu idare etmeye çalışmaktan bir ülkenin başına gelebilecek daha büyük bir felaket olabilir mi?
            Erdoğan ve adamları boş hayaller ve ihtiraslar aleminde yaşayıp, gerçeklikten kopuk bir popülist retoriğe ve en bayağısından bir kuru hamasete sığınarak, hala “Büyük Türkiye” palavralarıyla kitleleri aldatmayı büyük bir maharet sayıyorlar.  Böylece büyümekte olan ve ileride bölgede bir istikrar unsuru aktör olma potansiyeli taşıyan Türkiye’yi hastalıklı bir prematüre doğuma zorlayarak başını beladan belaya sokuyorlar. Kifayetsiz muhteris bu kadro, Türkiye’nin izlenen ihtiraslı dış politikayı destekleyecek reel güç zemininden, gerekli ekonomik ve askeri imkanlardan, nitelikli insan sermayesinden mahrum olduğunu söyleyerek, kapasite ve kapabilite eleştirileri yapanları ise “Küçük Türkiye lobisi” diye yaftalayarak aşağılıyorlar. Yapıcı da olsa farklı fikirleri düşmanlaştırıp sindiriyorlar. İzlenen yanlış politikaları eleştirenleri hain, işbirlikçi ve satılmış ilan ediyorlar. Hatalarını alkışlayanları ise yücelttikçe yüceltiyorlar. Ve nihayet kaçınılmaz olan noktaya, yani ülkeyi tam bir milli felakete sürüklüyorlar.
            Oysa, Erdoğan hükümetinin diğer bölgelere yönelik olduğu gibi genel olarak Ortadoğu’da, özel olarak ise Irak, Suriye ve Mısır’da izlediği politikaların yanlış olduğunu ve felaketle sonuçlanacağını anlayabilmek için bu politikaların batağa saplanmasını beklemeye hiç gerek yoktu. Bunun için, kendisini güç ve iktidar sarhoşluğuna kaptırmamış sağduyulu, sağlıklı ve objektif analizler yapan yerli ya da yabancı uzmanlara kulak vermek, farklı fikirleri kaale almak yeterliydi. Bunları yapmak yerine buldukları her fırsatı ne kadar muhteşem bir dehaya sahip olduklarını ve ne kadar dahiyane stratejiler izlediklerini anlatmaya vakfeden bir üslupla ancak buraya kadar gelebildiler. Geldiler ve duvara tosladılar. 
            2011 yılında Esed rejimini birkaç hafta içerisinde yıkabilecekleri boş hayaliyle yola çıktılar, hem Suriye’yi hem de bölgeyi terörün kol gezdiği bir bataklığa çevirdiler. Bölgede ve Suriye’de şartlar ve konjonktür tamamen değiştiği halde hırslarına esir düşüp, izlenen politikalarda gerekli uyarlamaları yapma zahmetine bile girmediler. Yapılan eleştirilere sağır kaldılar. Farklı fikirlere düşman kesildiler. Sahadaki gelişmelere şaşı baktılar ve kendi kendilerini sürekli aldatarak tamamen körleştiler.
            Bugün Musul’da, Rakka’da, Tikrit’te ödenen ağır ve kanlı bedel, “Esed gitsin de nasıl ve ne şekilde giderse gitsin” ilkesizliğini, ahlaksız pragmatizmi ve kabullenmeye yanaşmadıkları artık iyice çaresizliğe dönüşmüş doyumsuz hırslarını hala strateji diye önümüze koyanların sebep olduğu bir ağır faturadır. Hırsları o kadar kör etti ki, Türkiye’yi en azılı radikal unsurların destekçisi ve hamisi haline sokmaktan bile çekinmediler. El Kaide bağlantılı IŞİD ve el-Nusra gibi terör örgütlerine bile uzun süre kol kanat gerdiler. Tırlar dolusu yardımları bonkörce temin ettiler. Büyük bir hırsla beslediler kargaları ve onlar da döndü gözümüzü oymaya başladılar. Tıpkı atasözünün söylediği gibi.
            Lütfen kimse bana Erdoğan hükümetinin radikal örgütlere yardımcı olmadığı yalanını söylemesin. Çünkü bunu, açıktan olmasa bile, en başta Ahmet Davutoğlu itiraf ediyor. AKP hükümetinin gırtlağına kadar battığı yolsuzlukların üzerini örtmek ve yerel seçimleri AKP lehine etkilemek için Mart ayı içerisinde Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan Suriye ile savaş çıkarma planlarının sızması aslında hükümetin radikal örgütlerle ne kadar içli dışlı olduğunu da gözler önüne sermişti.
            Sızan bu skandal görüşmeler kamuoyunda ve medyada pek çok boyutuyla tartışıldı. Ama benim için en ilginç kısmı Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile Davutoğlu arasında cereyan eden konuşmaydı. Hatırlayacağınız gibi Güler söze giriyor ve Katar’ın peşin parayla MKE’den silah almaya hazır olduğunu belirtiyordu. Sonra da Suriye içerisindeki muhalif grupları kast ederek “Şimdi bin kişilik bir ordu kuruyoruz diyelim orada. Biz bunun asgari 6 aylık mühimmatını burada depolamadan bu adamları oradaki muharebeye sokarsak iki ay sonra bu adamlar bize döner”  diyerek uyarıyordu. Davutoğlu ise son derece normal bir şeyden bahseder gibi daha önce yardım edilenlerin Türkiye’ye karşı “zaten döndüklerine” işaret ediyordu.
            Bu sözlerden, Erdoğan hükümetinin bugün pek hoşlanılmayan birilerine bir ara destek verdiği ve desteği yeterince sürdürmediği anda bu grupların Türkiye’yi hedef alır hale geldiğinden başka bir şey anlamak mümkün mü? Bize “zaten döndüler” lafının fiili karşılığı acaba 55 vatandaşımızın öldüğü Reyhanlı bombalaması veya Türkiye’yi hedef alan başka tehditler olabilir mi? Peki gizlilik içerisinde desteklenenler arasında bugün Türkiye’yi tehdit eden el-Kaide bağlantılı el-Nusra ve IŞİD’in olmadığından nasıl emin olacağız? Suriye’ye yardım taşıyan 3000 civarındaki gizemli tırların ne kadarı Esed’i devirmek için dört elle sarılınan bu radikal örgütlere gitti? Bu sırlı yardımların ne kadarı Suriye içinde ve Musul’da IŞİD gibi eli kanlı radikal örgütlerce sivil halka tehdit olarak yöneltildi? Musul Konsolosluğumuzu ele geçirip diplomatlarımızla, konsolosluk personelimizi ve güvenlik timlerimizi esir alan IŞİD, Erdoğan hükümetinin yaptığı bu yardımlardan ne kadar nasiplendi? Acaba Türkiye’nin gözünü kendi elleriyle beslediği kargalar oyuyor olabilir mi?
            Peki bu rezaletin siyasi sorumluluğu kime ya da kimlere ait? Daha önemlisi bu rezaletin hesabını kim, nasıl ödeyecek? Tıpkı İsrail’in Mavi Marmara saldırısı ve Doğu Akdeniz’de Suriye tarafından düşürülen Türk savaş uçağı olayları ile 55 vatandaşımızın öldüğü Reyhanlı saldırısı sonrasında olduğu gibi hırs körlüğüyle yapılan vahim hatalardan sonra Davutoğlu ya da başka hükümet üyelerinin “Kimse kudretimizi test etmeye kalkmasın!” tarzı içi boş meydan okumaları acaba ödenmesi gereken hesap için yeterli mi? Sahi kuzum siz kimi uyuttuğunuzu sanıyorsunuz? Neden biraz izzet ve onur belirtisi gösterip Türkiye’yi sürüklediğiniz bu batağın sorumluluğunu üstlenmiyorsunuz? Sorumluluk sahibi onurlu ve şerefli her insan gibi neden hemen istifa etmiyorsunuz? Bize söyler misiniz sizin doyumsuz ve aptalca hırslarınızın bedelini daha ne kadar bu ülkenin ve bölgenin ödemesi gerekiyor? 

English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_350240_greed-induced-blindness-is-dragging-turkey-into-quagmire.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder