Güzel Türkçemizde her durumu birkaç
kelimeyle mükemmelce anlatan enfes atasözleri bulunuyor. “Besle kargayı oysun
gözünü” de bunlardan biri. Türedi Irak Şam İslam Devleti'nin (IŞİD) Irak ve Suriye’de giriştiği işgali, kıyımları
ve Türkiye’yi artık tehdit eder hale gelmesini de bundan iyi anlatabilecek bir
söz yoktur sanırım.
Malumunuz aşırı sürat bir noktadan
sonra otomobil sürücülerinde “hız körlüğü”ne yol açar. Fark edilmeyen hız
körlüğü ise genellikle ölümlü trafik kazalarıyla neticelenir. İşte trafikteki
hız körlüğü gibi başta Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu olmak üzere Erdoğan
hükümeti de iflah olmaz bir şekilde güç sarhoşluğuna kendilerini kaptırarak
adeta bir çeşit “hırs körlüğü”ne maruz kalmışlar gibi.
Bu
sarhoşluk ve hırs körlüğüyle Erdoğan hükümeti, Türkiye’nin “içişleri” olarak
tanımladıkları Suriye’yi siyaseten dizayn için her türden muhaliflere cesaret
ve arkasında durmayacakları sözler vererek bu komşu ülkenin yıkımında Esed
kadar olmasa bile ciddi bir vebale ortak oldu. Bugün Suriye şehirlerinin
yakılıp yıkılmasında, en az 160 bin insanın hayatını kaybetmesinde, yüz binlercesinin
yaralanması veya sakat kalmasında, en az 3 milyon insanın mülteci durumuna
düşmesinde, en az 7 milyon insanın evlerini barklarını terk edip ülke içerisinde
göç etmek zorunda kalmasında sorumluluğun yüzde 95’i Esed rejimine aitse, belki
en az yüzde 60’ı da başta Davutoğlu olmak üzere Erdoğan hükümetine aittir.
Şimdi
iki dakika durun ve düşünün: “Ortadoğu’nun sahibi biziz”, “Ortadoğu’da düzen
kurucuyuz”, “Ortadoğu bizden sorulur”, “Kimse kudretimizi test etmeye kalkmasın!”
gibi temelsiz ve ucuz kahramanlık söylemleri eşliğinde atılan her adımda
çuvallayan bir dış politikanın dümeninde olmak ve hala hamasetle durumu idare
etmeye çalışmaktan bir ülkenin başına gelebilecek daha büyük bir felaket
olabilir mi?
Erdoğan ve adamları boş hayaller ve
ihtiraslar aleminde yaşayıp, gerçeklikten kopuk bir popülist retoriğe ve en
bayağısından bir kuru hamasete sığınarak, hala “Büyük Türkiye” palavralarıyla kitleleri
aldatmayı büyük bir maharet sayıyorlar. Böylece
büyümekte olan ve ileride bölgede bir istikrar unsuru aktör olma potansiyeli taşıyan Türkiye’yi hastalıklı bir prematüre doğuma zorlayarak başını beladan
belaya sokuyorlar. Kifayetsiz muhteris bu kadro, Türkiye’nin izlenen ihtiraslı dış
politikayı destekleyecek reel güç zemininden, gerekli ekonomik ve askeri
imkanlardan, nitelikli insan sermayesinden mahrum olduğunu söyleyerek, kapasite
ve kapabilite eleştirileri yapanları ise “Küçük Türkiye lobisi” diye
yaftalayarak aşağılıyorlar. Yapıcı da olsa farklı fikirleri düşmanlaştırıp
sindiriyorlar. İzlenen yanlış politikaları eleştirenleri hain, işbirlikçi ve
satılmış ilan ediyorlar. Hatalarını alkışlayanları ise yücelttikçe
yüceltiyorlar. Ve nihayet kaçınılmaz olan noktaya, yani ülkeyi tam bir milli
felakete sürüklüyorlar.
Oysa, Erdoğan hükümetinin diğer
bölgelere yönelik olduğu gibi genel olarak Ortadoğu’da, özel olarak ise Irak, Suriye
ve Mısır’da izlediği politikaların yanlış olduğunu ve felaketle sonuçlanacağını
anlayabilmek için bu politikaların batağa saplanmasını beklemeye hiç gerek
yoktu. Bunun için, kendisini güç ve iktidar sarhoşluğuna kaptırmamış sağduyulu,
sağlıklı ve objektif analizler yapan yerli ya da yabancı uzmanlara kulak
vermek, farklı fikirleri kaale almak yeterliydi. Bunları yapmak yerine buldukları
her fırsatı ne kadar muhteşem bir dehaya sahip olduklarını ve ne kadar dahiyane
stratejiler izlediklerini anlatmaya vakfeden bir üslupla ancak buraya kadar
gelebildiler. Geldiler ve duvara tosladılar.
2011 yılında Esed rejimini birkaç hafta
içerisinde yıkabilecekleri boş hayaliyle yola çıktılar, hem Suriye’yi hem de
bölgeyi terörün kol gezdiği bir bataklığa çevirdiler. Bölgede ve Suriye’de şartlar
ve konjonktür tamamen değiştiği halde hırslarına esir düşüp, izlenen
politikalarda gerekli uyarlamaları yapma zahmetine bile girmediler. Yapılan
eleştirilere sağır kaldılar. Farklı fikirlere düşman kesildiler. Sahadaki gelişmelere
şaşı baktılar ve kendi kendilerini sürekli aldatarak tamamen körleştiler.
Bugün Musul’da, Rakka’da, Tikrit’te ödenen
ağır ve kanlı bedel, “Esed gitsin de nasıl ve ne şekilde giderse gitsin”
ilkesizliğini, ahlaksız pragmatizmi ve kabullenmeye yanaşmadıkları artık iyice çaresizliğe
dönüşmüş doyumsuz hırslarını hala strateji diye önümüze koyanların sebep olduğu
bir ağır faturadır. Hırsları o kadar kör etti ki, Türkiye’yi en azılı radikal
unsurların destekçisi ve hamisi haline sokmaktan bile çekinmediler. El Kaide
bağlantılı IŞİD ve el-Nusra gibi terör örgütlerine bile uzun süre kol kanat
gerdiler. Tırlar dolusu yardımları bonkörce temin ettiler. Büyük bir hırsla beslediler
kargaları ve onlar da döndü gözümüzü oymaya başladılar. Tıpkı atasözünün
söylediği gibi.
Lütfen kimse bana Erdoğan
hükümetinin radikal örgütlere yardımcı olmadığı yalanını söylemesin. Çünkü bunu,
açıktan olmasa bile, en başta Ahmet Davutoğlu itiraf ediyor. AKP hükümetinin
gırtlağına kadar battığı yolsuzlukların üzerini örtmek ve yerel seçimleri AKP
lehine etkilemek için Mart ayı içerisinde Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan Suriye
ile savaş çıkarma planlarının sızması aslında hükümetin radikal örgütlerle ne
kadar içli dışlı olduğunu da gözler önüne sermişti.
Sızan bu skandal görüşmeler kamuoyunda
ve medyada pek çok boyutuyla tartışıldı. Ama benim için en ilginç kısmı Genelkurmay
2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile Davutoğlu arasında cereyan eden konuşmaydı.
Hatırlayacağınız gibi Güler söze giriyor ve Katar’ın peşin parayla MKE’den
silah almaya hazır olduğunu belirtiyordu. Sonra da Suriye içerisindeki muhalif grupları
kast ederek “Şimdi bin kişilik bir ordu kuruyoruz diyelim orada. Biz bunun
asgari 6 aylık mühimmatını burada depolamadan bu adamları oradaki muharebeye
sokarsak iki ay sonra bu adamlar bize döner”
diyerek uyarıyordu. Davutoğlu ise son derece normal bir şeyden bahseder
gibi daha önce yardım edilenlerin Türkiye’ye karşı “zaten döndüklerine” işaret
ediyordu.
Bu sözlerden, Erdoğan hükümetinin bugün pek hoşlanılmayan birilerine bir ara destek verdiği ve desteği yeterince
sürdürmediği anda bu grupların Türkiye’yi hedef alır hale geldiğinden başka bir
şey anlamak mümkün mü? Bize “zaten döndüler” lafının fiili karşılığı acaba 55
vatandaşımızın öldüğü Reyhanlı bombalaması veya Türkiye’yi hedef alan başka
tehditler olabilir mi? Peki gizlilik içerisinde desteklenenler arasında bugün Türkiye’yi
tehdit eden el-Kaide bağlantılı el-Nusra ve IŞİD’in olmadığından nasıl emin olacağız?
Suriye’ye yardım taşıyan 3000 civarındaki gizemli tırların ne kadarı Esed’i
devirmek için dört elle sarılınan bu radikal örgütlere gitti? Bu sırlı yardımların
ne kadarı Suriye içinde ve Musul’da IŞİD gibi eli kanlı radikal örgütlerce sivil halka tehdit olarak yöneltildi? Musul
Konsolosluğumuzu ele geçirip diplomatlarımızla, konsolosluk personelimizi ve güvenlik timlerimizi
esir alan IŞİD, Erdoğan hükümetinin yaptığı bu yardımlardan ne kadar nasiplendi?
Acaba Türkiye’nin gözünü kendi elleriyle beslediği kargalar oyuyor olabilir mi?
Peki bu rezaletin siyasi sorumluluğu
kime ya da kimlere ait? Daha önemlisi bu rezaletin hesabını kim, nasıl ödeyecek? Tıpkı İsrail’in
Mavi Marmara saldırısı ve Doğu Akdeniz’de Suriye tarafından düşürülen Türk
savaş uçağı olayları ile 55 vatandaşımızın öldüğü Reyhanlı saldırısı sonrasında
olduğu gibi hırs körlüğüyle yapılan vahim hatalardan sonra Davutoğlu ya da
başka hükümet üyelerinin “Kimse kudretimizi test etmeye kalkmasın!” tarzı içi
boş meydan okumaları acaba ödenmesi gereken hesap için yeterli mi? Sahi kuzum
siz kimi uyuttuğunuzu sanıyorsunuz? Neden biraz izzet ve onur belirtisi
gösterip Türkiye’yi sürüklediğiniz bu batağın sorumluluğunu üstlenmiyorsunuz?
Sorumluluk sahibi onurlu ve şerefli her insan gibi neden hemen istifa
etmiyorsunuz? Bize söyler misiniz sizin doyumsuz ve aptalca hırslarınızın bedelini daha ne kadar bu
ülkenin ve bölgenin ödemesi gerekiyor?
English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_350240_greed-induced-blindness-is-dragging-turkey-into-quagmire.html
English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_350240_greed-induced-blindness-is-dragging-turkey-into-quagmire.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder