17 Haziran 2014 Salı

Çöküş ve siyasi olgunluk


Türkiye gerek iç siyaset, gerekse dış siyaset açısından tarihinin en zor döneminden geçiyor. Suriye ve Irak’taki gelişmelerle iyice kristalize olduğu gibi Türkiye’nin dış politikasında tam bir çöküş, tam bir hezimet yaşanıyor. Suriye ve Irak’ta Türkiye’yi tamamen edilgen bir sürece sokma ve en hayati çıkarlarını bile savunamaz hale getirme başarısını gösteren Davutoğlu stratejisi, çok iddialı olduğu Ortadoğu’nun genelinde de hızlanan bir ivmeyle baş aşağı bir seyir izliyor. Öyle ki, “Ortadoğu’da düzen kurucu ülke” olma iddiasıyla yola çıkan Davutoğlu stratejisi ve diplomasisi bugün bölgedeki belli başlı bütün başkentleri Türkiye’ye düşman etmiş durumda.
Şüphesiz ki, burnu havada, kibirli ve snop bir üslupla izlenen politikalardan farklı bir sonuca ulaşılması da beklenemezdi. Türkiye’nin uzun yıllar boyunca yaşadığı acı tecrübelerle edindiği diplomatik ve siyasi birikimini tamamen hiçe sayan, kendi ideolojik şablonları dışında kalan hiçbir görüşe kıymet vermeyen, hatta bu görüşleri dinleme zahmetine bile katlanamayan, farklı görüşleri küçümseyen, istişareye tamamen kapalı olan, en yapıcı eleştirileri bile düşmanlık veya ihanet olarak gören dar görüşlü bir zihniyetle Türk dış politikasının gelebileceği yer belliydi. Ne yazık ki Davutoğlu diplomasisinin vardığı yer beklenen ve korkulandan bile feci oldu.
Sadece Ortadoğu’da değil, Türkiye bugün hem Avrupa ile olan ilişkilerinde, hem de trans-Atlantik ilişkilerinde tarihinin en sorunlu dönemlerinden birini yaşıyor. Vaziyet o kadar berbat ki Avrupa ülkelerinin birçoğu kendi halkını bile birbirine düşman etmeyi başarmış bu ülkenin sürekli nefret pompalayan başbakanının muhtemel tahribatından kendini kurtarmak isteyen başkentler, bu başbakanın ülkelerini ziyaret etmekten vazgeçirmek için son derece aşağılayıcı bir üslupla açıktan çağrı yapma ihtiyacı duyuyor. Bütün bu tahkir edici çağrılara rağmen fiilen “istenmeyen adam” ilan edildiği ülkeleri ziyarette ısrar edince de, o ülke yönetimleri tarafından kendisine toplantı yapacağı salon vermemek için kırk dereden su getiriyorlar. Siz çevresindeki yalakaların “büyük dünya lideri” gibi temelsiz dalkavukluklarına bakmayın!  Bir ülke ve bir başbakan için gitmek istediği ülkelerce açıktan refüze edilmesinden daha onur kırıcı, daha zelil ve daha berbat ne olabilir ki!
Geçmişteki konjonktürel başarıların verdiği sarhoşluk ve güç zehirlenmesiyle kişilik deformasyonuna yol açacak ölçüde her biri büyük birer kibir abidesine dönüşen iktidar aktörlerinin Türkiye’ye içeride ve dışarıda yaşattıkları ortada. Anti-demokratik politikalar, hak ve hukuk tanımayan uygulamalarla içeride Türk halkını polarize ve birbirlerine düşman eden Erdoğan ve adamları, muhatapları tarafından “küstahlık” olarak tanımlanan üsluplarıyla dışarıda da Türkiye’yi hızla izole ediyorlar. İçerideki istişare yokluğu ve farklı fikirleri düşmanlaştırma eğilimin dış politikada da aynısıyla tekrarlandığına şahitlik ediyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse, Irak siyasetinin çökmesi, Suriye siyasetinin çökmesi, Mısır ve İsrail siyasetinin çıkmaza girmesinin başka bir açıklaması bulunmuyor. AB ve ABD ile olan gergin ilişkiler, Ukrayna ve Kırım gelişmelerinden sonra Rusya ile olan ilişkilerdeki kafa karışıklığı, yönünü yitirmiş bir aktörün sağa sola yalpalayan, şuursuzca oraya buraya çarpan bir bilinçsizlik hali sergiliyor.
Dışarıda olduğu kadar içeride de sebep olunan sosyo-politik fragmantasyon ve sürekli serpilen nefret ve düşmanlık tohumlarıyla beslenen kutuplaşma Alevilerle Sünniler, Kürtlerle Türkler, muhafazakarlarla seküler çevreler, sivil toplum hareketleriyle devlet iktidarını gasp etmiş klikler arasında düşmanlığa varan sorunlara ve kırılmalara yol açıyor.
Hem içerideki, hem de dışarıdaki bu yakıcı sorunların temelinde ise iktidara çöreklenmiş bu dar ve azgın kliğe hakim olan şahsiyet hamlıkları ve ülkenin hava ve su kadar ihtiyaç duyduğu siyasal olgunluktan ciddi mahrumiyetleri bulunuyor. Öyle ki, Türk siyasetinin son 12 yılına damgasını vuran iktidar partisi çevrelerinde, son birkaç yıldır tutarlılık ve ilkeli tavırdan uzak şahsiyetsizlikten bol bir şeye rastlanamazken, siyasal olgunluk ise yokluğundan en fazla mustarip olunan değeri teşkil ediyor. İşte böyle bir vasatta, gırtlağına kadar hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet ve yozlaşmaya batmış AKP ve Erdoğan hükümetinin ülkeyi sürüklediği uçurumun büyük oranda farkında olduklarından dolayı, özellikle son zamanlarda muhalefette beliren siyasal olgunluk emareleri, siyasetteki kısır döngünün sebep olduğu hayati sorunlar ve karamsarlıktan bunalmış geniş kitlelere büyük bir umut veriyor.
30 Mart 2014 yerel seçimleri öncesinden başlayarak siyasi yelpazenin ortasında birbirine zıt konumda bulunan muhalefet partilerinden CHP ve MHP arasındaki ilişkilerde gözlenen bu siyasal olgunluk tecrübeleri özellikle Türk siyasetinin geleceğini sağlıklı bir zemin üzerinde şekillendirmede büyük önem arz ediyor. Türkiye’nin ve Türk siyasetinin muhtaç olduğu bu yeni siyasi anlayış, şimdilik çok somut ve başarılı sonuçlar almamış olsa da, gelecek için umut veriyor. Doymak bilmez siyasal iktidar hırsının sebep olduğu körlükle Türkiye’yi uçuruma sürükleyen Erdoğan’a bir “dur” diyebilmek için cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ortaya attığı “muhalefetin ortak bir çatı adayı gösterme” teklifi bahsini ettiğimiz bu siyasal olgunluğun güzel bir örneğiydi. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ise, Türk siyasetinde örneğine fazla rastlanılmayan bu yerinde teklifi kabul etmenin de ötesine geçerek uygulamaya geçirmek için bizzat kolları sıvaması ise çok daha büyük bir siyasal olgunluktu.  
Seküler ve Kemalist bir sol geçmişe ve geleneğe sahip CHP’nin muhafazakar, dindar ve sağ kimliğiyle bilinen saygın bir ilim adamı olan İslam İşbirliği Örgütü (OIC) eski Genel Sekreteri Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nu ortak “çatı adayı” olarak MHP’ye teklif etmesi ise Türk siyasetinde bilinen tüm ezberleri bozan ve geleneksel tüm kalıpları yıkan devrim niteliğindeki bir adımdır. Uluslararası çapta değerli bir ilim adamı ve iyi yetişmiş yetenekli bir diplomat olan İhsanoğlu, gireceği cumhurbaşkanlığı yarışında başarılı da olabilir, başarısız da. Bu konuda yorum yapmak için henüz erken. Sonuçları bekleyip göreceğiz. Ama gönül rahatlığıyla şimdiden şunu söyleyebilirim ki, İhsanoğlu kazansa da kazanmasa da cumhurbaşkanlığı seçiminin kazanını İhsanoğlu’nu ortak aday gösterme olgunluğunu sergileyen CHP ve MHP olmuştur. Gösterdikleri bu siyasal olgunluktan dolayı Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin şahsında CHP ve MHP ne kadar takdir ve tebrik edilse azdır.
Seçimlerde AKP’ye oy vermiş seçmenler de dahil olmak üzere CHP ve MHP’ye gönül vermiş kitlelerin yanı sıra tüm diğer siyasi parti ve gruplar da, bugün Türkiye’nin en fazla ihtiyaç duyduğu istişare, uzlaşı arayışı ve siyasal olgunluğun bir semeresi olan İhsanoğlu formülüne umarım sahip çıkar. Yine umarım ki, ortaya çıkan isimden ziyade, bu süreçte benimsenen siyasal üslubun ve incelikli medeni tarzın kıymeti her kesim tarafından takdir edilir ve bunun gereği yapılır.  
Muhalif partilerin ülkenin ve milletin çıkarları, hukuk sisteminin yeniden tesisi demokrasinin geleceği için attıkları ilk adım niteliğindeki bu uzlaşı, anlayış birlikteliği ve sergiledikleri siyasal olgunluk ülkemiz ve milletimize hayırlı olsun!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder