Suriye’de aldığı yanlış tavır
sonucu AKP/Erdoğan rejiminin oluşturduğu krizler anaforuna kaptırılarak
zedelenen Türkiye’nin kritik ikili ya da uluslararası ilişkilerini burada saymakla
bitiremeyiz. Ama ilk akla gelenlerin İran, Irak, Rusya, ABD, AB ve hatta NATO
ile olan ilişkiler olduğunu söyleyebiliriz. Şayet AKP/Erdoğan rejimi sorunlu
Suriye politikasının tamamen çöktüğünü kabullenerek çok keskin bir manevra yapamazsa
korkarım ki krizin Türkiye’ye ödeteceği bedeller daha da ağırlaşacaktır.
Uğradığımız kayıplar geri döndürülemez noktalara varacaktır.
Sadece Türk-Rus
ilişkilerindeki berbat gidişata baksak dahi Suriye’de izlenen yanlış
politikaların Türkiye’nin milli çıkarları üzerindeki yıkıcı sonuçlarını kolayca
görebiliriz. Rusya, bu yanlış politikalar yüzünden, daha şimdiden, yüzyıllar
boyunca erişemediği büyük bir jeo-stratejik imkana kavuşmuş durumda. Uluslararası
hukuk açısından kolayca izah edebileceği meşru gerekçelere dayanan,
uluslararası toplumun IŞİD’e olan haklı nefretini başarıyla kullanan Rusya, Türkiye’nin
910 km ortak sınırının bulunduğu Suriye’ye askeri ve siyasi olarak yerleşmeyi
başardı. Bu sayede Doğu Akdeniz’de de yüzyıllardır hayal ettiği bir nüfuz alanı
oluşturdu.
Yakın zamana kadar ortak bakanlar
toplantısı yapacak, vizeyi karşılıklı kaldıracak kadar iyi ilişkilerin
bulunduğu Türkiye ile Rusya arasındaki siyasi, ticari ve ekonomik münasebetler bugün
maalesef baş aşağı bir seyir izliyor. Yıllık 32 milyar dolar seviyesine ulaşmış
Türk-Rus ekonomik ilişkileri artık bir hayal, tıpkı Rus yatırımlarının ve Rus turistlerin
artık birer hayal olması gibi.
Türkiye’nin ödediği siyasi,
ekonomik, askeri ve stratejik bedeller bunlarla kalsa yine iyi. 17 saniyelik sınır
ihlali gerekçesiyle bir Rus savaş uçağının düşürülmesinden bu yana Türkiye dört
bir tarafından fiilen bir Rus askeri muhasarası altına alınmış durumda. Üstelik
Rusya, düşürülen uçağına karşı bir misillemede bulunarak intikam almak için Türkiye’yi
çatışma zeminine çekmenin de arayışı içerisinde. Çevremizde oluşan vahim tabloya
baktığımızda şu tür analizler yapmak mümkün:
Rusya, büyük ölçüde
AKP/Erdoğan rejiminin yanlış politikalarının oluşturduğu fırsatları
değerlendirerek ve her türlü muhtemel çatışmaya hazırlıklı olacak şekilde Suriye’ye
yerleşmiştir. Rusya’nın büyük bir askeri varlıkla bu ülkeye yerleşmesinin sınırlı
bir süre için olduğuna dair ise herhangi bir veri ya da gösterge
bulunmamaktadır.
Bu hamlesiyle Rusya, Türkiye’nin
her türlü muhtemel tepkisini göze almıştır. Hatta Ankara’yı tepki göstermeye kışkırtan
bir tavır içerisindedir. Öte yandan, ABD, AB ve NATO’dan ciddi bir itiraz beklemeyen
Rusya, büyük bir ihtimalle, bundan böyle hep Suriye’de kalacaktır. Dahası Suriye’de
oluşacak siyasi ve askeri yapı ancak Rusya’nın arzu ettiği ve Rusya’nın
çıkarlarına uygun bir istikrardan ibaret olacaktır.
Bir savaş uçağının
düşürülmesini büyük bir stratejik hamle için fırsata çeviren Rusya, bu sayede Türk
savaş uçaklarının Suriye hava sahasındaki etkinliğini tamamen yok etmiştir. Böylece
Türk ordusuna Suriye’deki PYD/YPG/PKK unsurlarına top ateşinden başka bir alan bırakmamıştır.
Üstelik Rusya’nın çok sınırlı etkiye sahip bu top ateşini de Suriye’nin “meşru”
unsurlarına yönelik bir “saldırgan eylem” olarak görme riski bulunmaktadır.
Çünkü Esed rejimi PYD/YPG güçlerini meşru görmektedir. Ve bu resmi görüşünü BM
Güvenlik Konseyi kayıtlarına da geçirmiştir. Rusya da silahlı PYD/YPG güçlerini
resmen Suriye’deki “vatansever muhalif unsur” olarak tanımlamıştır.
Kritik soru şu: Moskova-Şam
arasındaki ikili savunma antlaşmaları çerçevesinde Suriye’de bulunan Rus askeri
varlığı bu ülkedeki PYD/YPG/PKK unsurlarına yönelik Türk topçu ateşine karşı bir
mukabelede bulunabilir mi? Böyle bir müdahalenin fiili sonuçları ne olur? Böyle
muhtemel bir tepkime durumunda Türk ordusu cevap olarak Suriye’ye
giremeyeceğine göre, Türkiye’nin sınır aşan ve hatta sınır üzerindeki askeri etkisi
daha da yitirilebilir mi? Yapılan yoğun top ateşine rağmen YPG’nin ilerlemesi
engellenemiyorsa bu uygulamanın mantığı gözden geçirilemez mi?
27 Şubat’ta başlayacak olan
ateşkes öncesi sahadaki güçlerin hızla hareket ederek etki alanlarını genişletmeleri
ve pozisyonlarını güçlendirmeleri beklenebilir. Böyle bir durumda, iddia
edildiği gibi, Esed rejimi ve Rusya’nın “terörist” olarak tanımladığı muhalif
savaşçıları geceleri sınırdan Suriye’ye sokmak Türkiye’nin çıkarlarına ne kadar
uygundur? Bu pratiğin Rusya’ya yeni kozlar verdiğinden hiç mi kuşku
duyulmamaktadır?
Türkiye-Suriye ortak
sınırı büyük ölçüde PYD kontrolünde olsa da bunun Rusya sayesinde mümkün olduğu
herkes tarafından bilinmektedir. Yani Türkiye, çok az bir kısmı dışında, 910 km’lik
Suriye sınırının neredeyse tamamında Rusya ile fiilen sınırdaş hale gelmiştir.
Üstelik Türkiye’nin Rusya tarafından muhasarası sadece Suriye toprakları
üzerinden de değildir. Çünkü Rusya, tarih boyunca izlediği Ortodoksların hamiliği
politikasını bugün de sürdürmektedir. Bu bağlamda Ermenistan, AB üyesi Kıbrıs
Rum kesimi, AB ve NATO üyesi Yunanistan Rusya’nın doğal müttefikleridir. İran’ın
yanı sıra bu komşularına da yerleştirilen Rus S-300’leri ve S-400’leri Türkiye’nin
çevresini kuşatmış durumdadır.
Öte yandan, Ermenistan’da
konuşlandırdığı savaş uçaklarının sayısını daha da artıran Rusya, Mart ayından
itibaren bölgede devriye uçuşlarına başlayacaktır. 1500 Rus subayının görev
yaptığı Ermenistan Sınır Kuvvetleri’ne ait 29 karakolun 14’ünün Türkiye
sınırına çok yakın olması kaygı vericidir. Rusya’nın Türkiye muhasarası
Karadeniz üzerinde de güçlenerek devam etmektedir. Rusya, Kuban hava üssüne 40 yeni
savaş uçağı ve helikopteri göndererek Türk savaş uçaklarının keşif
kabiliyetlerini Karadeniz üzerinde de ciddi şekilde kısıtlanmıştır.
Görüleceği gibi AKP/Erdoğan
rejiminin Ankara’yı sapladığı Suriye açmazı Türkiye’ye her cephede kaybettiriyor.
Bir örümcek ağı gibi ülkemizi kuşatan Rus muhasarasından çıkmanın yolu ise tescilli
yanlışlardan dönülerek öncelikle Suriye açmazından çıkmaktan geçiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder