20 Şubat 2016 Cumartesi

Caydırıcılık, tutarsızlık ve inandırıcılık sorunu

Uluslararası ilişkilerde milli menfaatlerin korunması ve geliştirilmesi için hasım güçlere karşı caydırıcılık ne kadar önemliyse uluslararası kamuoyu nezdinde tutarlılık ve inandırıcılık da o kadar önemlidir.
            Caydırıcılık elbette ki milli menfaatler konusunda sürekli “kırmızı çizgiler” ilan etmekten ibaret değildir. Çok kısa süre içerisinde bu “kırmızı çizgiler”in flulaşması karşısında eli kolu bağlı kalmak hiç değildir. Çünkü caydırıcılık ile blöf arasında derin farklar ve uçurumlar vardır. Bununla birlikte somut hamlelerle desteklenen caydırıcı eylem veya söylemlerle uluslararası hasımlarını tavır değişikliğine zorlayabilen güçlerin, gerçeklik algısını zaafa uğratmamak kaydıyla, blöfler yapmasının da uluslararası ilişkilerde kısıtılı bir yeri vardır. Ancak sürekli “kırmızı çizgi”ler ilan eder, muhatap olduğunuz her kriz karşısında aklınıza gelen en cüretkar sözleri sarf eder, çok üst perdeden tehditleri birbiri ardına sıralar ama bunların hiçbirinin gereğini yapamazsanız sizi bir daha kimse ciddiye almaz.
            Mesela, tarihin gerilimli akışı içerisinde çok ama çok gerektiğinde, ve tabii çok nadir olarak, “kimse bizim kudretimizi/sabrımızı sınamasın” diyebilirsiniz. Birileri bu kararlılığınızı sınamaya cüret ettiğinde ise tehdidinizin gereği neyse yaparsınız. Şayet bu türden büyük laflar ettiğinizde sizi hamleye davet eden karşıt eylemlerin dayatan gereklerini yerine getiremezseniz sadece caydırıcılık etkisini tümden yitirmekle kalmaz, alay konusu da olursunuz.
            Hassas uluslararası sorunları kitleleri coşturmak için iç siyaset malzemesi olarak kullanmayı bir alışkanlık haline getirirseniz belki oy desteğinizi artırabilirsiniz ama burnunuzu da krizlerden çıkaramaz hale gelirsiniz. Üstelik uluslararası itibarınızdan, inandırıcılığınızdan ve caydırıcılığınızdan geriye hiçbir şey kalmaz. Sıklıkla ilan ettiği sözde kırmızı çizgilere, yüksek perdeden dillendirdiği tehditlere rağmen hasım aktörlerden gelen cüretkar hareketler karşısında tek hamle bile yapamayan Ankara’daki mevcut siyasi iradenin başına gelen de doğrusu bundan başkası değildir.
            Çünkü, caydırıcılık son yıllarda sıklıkla karşılaştığımız gibi bir kuru hamaset sanatı değildir. Caydırıcılığın silahı ve mühimmatı tumturaklı laf kalabalığından ve üst perdeden kof tehditlerden ziyade reel sosyo-ekonomik ve siyasi güçtür. Ülkeyi savunma kapasitesi ve muhtemel tehditlere karşı taarruz gücüdür. Güçlü silah stoğudur. Bu silah ve mühimmat stoğu ve envanterini en zor şartlarda yalnız başına kalsa bile kendi başına ikame etme kabiliyetidir. Bu türden imkan ve kabiliyetleriniz yeterli düzeyde değilse hasımlarınıza yönelteceğiniz caydırıcı söylemler alay konusu olan blöflerden öteye geçemez.
            Uluslararası ilişkilerde caydırıcılıktan daha önemli olan ise özellikle dost unsurlar nezdindeki tutarlılık ve güvenilirliktir. Bir ülke yönetimi uluslararası toplumda sürekli olarak yalanları, çarpıtmaları, tutarsızlıkları ve güvenilmezliği ile gündeme geliyorsa, o yönetimin zaman zaman dile getirdiği doğrulara da kimse itibar etmez. AKP hükümeti ve Erdoğan rejimi altında inandırıcılığını büyük ölçüde yitiren Türkiye’nin son yıllarda başına gelen budur. Bu ülke tarihinde mevcut yönetim kadar uluslararası muhatapları tarafından yalanlanan bir başka iktidar olmamıştır.
            Ülkeler için en büyük itibar kredisi olan inandırıcılıklarını yitirmesinin faturası elbette ki çok ağırdır. Bunun en son ve belki de en vahim örneklerinden birini, çoğu asker 28 vatandaşımızın şehit olduğu, 61 vatandaşımızın yaralandığı Ankara’nın kalpgahındaki alçakça terör saldırısı sonrası yaşanan gelişmelerle gördük. Bu terör saldırısı maalesef AKP iktidarının ve Erdoğan rejiminin uluslararası toplum nezdindeki güven ve inandırıcılık sorununun ne kadar ileri boyutlara ulaştığını görmek isteyen herkese gösterdi.
            Erdoğan rejimi, terör örgütleri listesine hala almadığı, mahkemelere gönderdiği resmi yazılarda “terör örgütü” olarak görmediğini deklare ettiği, lideri Salih Müslim’i defaatle Ankara’ya resmen davet ederek en üst düzeyde ağırladığı, 2014 yılında IŞİD saldırıları karşısında kendilerine her türlü yardımı açıktan yapmaktan gururla bahsettiği PYD’yi şimdi birden bire uluslararası topluma terör örgütü olarak lanse etmeye çalışıyor. Tabii bu çabası, doğal olarak hiç kimseden itibar görmüyor.
            Erdoğan rejiminin özellikle PYD’yi hedef almak üzere kuzey Suriye’de bir kara operasyonuna mazeret aradığı ve uluslararası toplumu PYD’nin bir terörist örgüt olduğuna ikna etmeye çabaladığı günlerde gerçekleşen Ankara’daki saldırıyı saatler içerisinde PYD ile ilişkilendirmesi hiç kimseye inandırıcı gelmedi. Tıpkı Suriye’deki kırmızı çizgisini sivillere karşı kitle imha silahlarının kullanılması olarak açıklayan Obama yönetimini kırmızı çizgisinin aşıldığına ikna etmek üzere, tam da Suriye’deki krizin de ele alınacağı bir G-20 zirvesi öncesinde, 21 Ağustos 2013 günü 1500 sivilin ölümüyle sonuçlanan Guta’da kimyasal silah kullanımından Esed rejimini sorumlu tutan argümanların hiç inandırıcı bulunmaması gibi.
            Bloomberg haber ajansının Türkiye eski büro şefi Mark Bentley’in Twitter’da yaptığı bir anket bu konuda yabancı kamuoyundaki vahim algıyı bütün çıplaklığıyla gösterir nitelikteydi. Her ne kadar bilimsel bir veri olarak kabul edemesek de bu anlık anketin sonuçları Türkiye’yi yönetenlerin tutarlılığı, uluslararası kamuoyundaki inandırıcılıkları ve itibarları hakkında çok şeyler söylüyor. Bentley’in “Ankara bombalamasını kim yaptı? En isabetli tahmininiz...” şeklindeki sorusuna cevap veren 8276 kişiden yüzde 15’i PYD, yüzde 16’sı IŞİD, yüzde 6’sı diğer cevabı verirken maalesef yüzde 63’ünün “Türk istihbaratı” demesi Ankara’yı yönetenlerin itibarındaki sıfırlanmayı açıkça gözler önüne sermiştir.
            Erdoğan rejimi altındaki Ankara inandırıcılığını ve itibarını nasıl yitirmesin ki? Kısa süre öncesine kadar meşru bir örgüt gibi resmen muhatap alınan, her türlü askeri ve siyasi destek sağlanan, üstelik ülkenin terör örgütleri listesine hala alınmamış olan PYD’nin şimdi çıkıp terör örgütü olduğunu savunursanız sadece bir şeyi ispatlamış olursunuz: Ne kadar basiretsiz, öngörüsüz, tutarsız ve güvenilmez bir rejim ve yönetim olduğunuzu.
            Hele hele ülkede terör ve şiddet kol geziyorken, çevreniz ateş çemberine dönmüşken ülkenin istihbarat gücünü, kamu güvenliğine dair imkanlarını bugüne kadar tek bir şiddet ve terör eylemine karışmadıkları halde keyfi bir şekilde “terör örgütü” ilan ettiğiniz Hizmet Hareketi’ne karşı kullanırsanız, gün gelir gerçek terör örgütlerine dair sözlerinize ve sözde kanıtlarınıza inanacak hiç kimseyi bulamazsınız.
            Şahsi siyasi hırsları için düne kadar terör örgütü PKK’yı “meşru muhatap” kabul eden Erdoğan rejimi tutarsızlıklarla, yalanlarla dolu inandırıcılıktan yoksun bu gidişatla korkarım ki PYD’yi uluslararası aktörlere bir terör örgütü olarak kabul ettirmeyi değil belki ama PKK’yı terör listelerinden çıkarmayı başaracak. Tıpkı masum insanlara haksız, hukuksuz ve keyfi bir şekilde terörist muamelesi yapmalarında olduğu gibi bu kifayetsizliklerinin ve beceriksizliklerinin ceremesini de yine bu ülke ve bu millet çekecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder