Caydırıcılık
elbette ki milli menfaatler konusunda sürekli “kırmızı çizgiler” ilan etmekten
ibaret değildir. Çok kısa süre içerisinde bu “kırmızı çizgiler”in flulaşması karşısında
eli kolu bağlı kalmak hiç değildir. Çünkü caydırıcılık ile blöf arasında derin farklar
ve uçurumlar vardır. Bununla birlikte somut hamlelerle desteklenen caydırıcı
eylem veya söylemlerle uluslararası hasımlarını tavır değişikliğine
zorlayabilen güçlerin, gerçeklik algısını zaafa uğratmamak kaydıyla, blöfler
yapmasının da uluslararası ilişkilerde kısıtılı bir yeri vardır. Ancak sürekli “kırmızı
çizgi”ler ilan eder, muhatap olduğunuz her kriz karşısında aklınıza gelen en cüretkar
sözleri sarf eder, çok üst perdeden tehditleri birbiri ardına sıralar ama
bunların hiçbirinin gereğini yapamazsanız sizi bir daha kimse ciddiye almaz.
Mesela,
tarihin gerilimli akışı içerisinde çok ama çok gerektiğinde, ve tabii çok nadir
olarak, “kimse bizim kudretimizi/sabrımızı sınamasın” diyebilirsiniz. Birileri bu
kararlılığınızı sınamaya cüret ettiğinde ise tehdidinizin gereği neyse
yaparsınız. Şayet bu türden büyük laflar ettiğinizde sizi hamleye davet eden
karşıt eylemlerin dayatan gereklerini yerine getiremezseniz sadece caydırıcılık
etkisini tümden yitirmekle kalmaz, alay konusu da olursunuz.
Hassas
uluslararası sorunları kitleleri coşturmak için iç siyaset malzemesi olarak
kullanmayı bir alışkanlık haline getirirseniz belki oy desteğinizi
artırabilirsiniz ama burnunuzu da krizlerden çıkaramaz hale gelirsiniz. Üstelik
uluslararası itibarınızdan, inandırıcılığınızdan ve caydırıcılığınızdan geriye
hiçbir şey kalmaz. Sıklıkla ilan ettiği sözde kırmızı çizgilere, yüksek
perdeden dillendirdiği tehditlere rağmen hasım aktörlerden gelen cüretkar
hareketler karşısında tek hamle bile yapamayan Ankara’daki mevcut siyasi
iradenin başına gelen de doğrusu bundan başkası değildir.
Çünkü,
caydırıcılık son yıllarda sıklıkla karşılaştığımız gibi bir kuru hamaset sanatı
değildir. Caydırıcılığın silahı ve mühimmatı tumturaklı laf kalabalığından ve üst
perdeden kof tehditlerden ziyade reel sosyo-ekonomik ve siyasi güçtür. Ülkeyi savunma
kapasitesi ve muhtemel tehditlere karşı taarruz gücüdür. Güçlü silah stoğudur.
Bu silah ve mühimmat stoğu ve envanterini en zor şartlarda yalnız başına kalsa
bile kendi başına ikame etme kabiliyetidir. Bu türden imkan ve kabiliyetleriniz
yeterli düzeyde değilse hasımlarınıza yönelteceğiniz caydırıcı söylemler alay
konusu olan blöflerden öteye geçemez.
Uluslararası
ilişkilerde caydırıcılıktan daha önemli olan ise özellikle dost unsurlar
nezdindeki tutarlılık ve güvenilirliktir. Bir ülke yönetimi uluslararası
toplumda sürekli olarak yalanları, çarpıtmaları, tutarsızlıkları ve
güvenilmezliği ile gündeme geliyorsa, o yönetimin zaman zaman dile getirdiği
doğrulara da kimse itibar etmez. AKP hükümeti ve Erdoğan rejimi altında
inandırıcılığını büyük ölçüde yitiren Türkiye’nin son yıllarda başına gelen budur.
Bu ülke tarihinde mevcut yönetim kadar uluslararası muhatapları tarafından yalanlanan
bir başka iktidar olmamıştır.
Ülkeler
için en büyük itibar kredisi olan inandırıcılıklarını yitirmesinin faturası
elbette ki çok ağırdır. Bunun en son ve belki de en vahim örneklerinden birini,
çoğu asker 28 vatandaşımızın şehit olduğu, 61 vatandaşımızın yaralandığı
Ankara’nın kalpgahındaki alçakça terör saldırısı sonrası yaşanan gelişmelerle
gördük. Bu terör saldırısı maalesef AKP iktidarının ve Erdoğan rejiminin
uluslararası toplum nezdindeki güven ve inandırıcılık sorununun ne kadar ileri
boyutlara ulaştığını görmek isteyen herkese gösterdi.
Erdoğan
rejimi, terör örgütleri listesine hala almadığı, mahkemelere gönderdiği resmi
yazılarda “terör örgütü” olarak görmediğini deklare ettiği, lideri Salih Müslim’i
defaatle Ankara’ya resmen davet ederek en üst düzeyde ağırladığı, 2014 yılında IŞİD
saldırıları karşısında kendilerine her türlü yardımı açıktan yapmaktan gururla
bahsettiği PYD’yi şimdi birden bire uluslararası topluma terör örgütü olarak
lanse etmeye çalışıyor. Tabii bu çabası, doğal olarak hiç kimseden itibar
görmüyor.
Erdoğan
rejiminin özellikle PYD’yi hedef almak üzere kuzey Suriye’de bir kara
operasyonuna mazeret aradığı ve uluslararası toplumu PYD’nin bir terörist örgüt
olduğuna ikna etmeye çabaladığı günlerde gerçekleşen Ankara’daki saldırıyı
saatler içerisinde PYD ile ilişkilendirmesi hiç kimseye inandırıcı gelmedi. Tıpkı
Suriye’deki kırmızı çizgisini sivillere karşı kitle imha silahlarının
kullanılması olarak açıklayan Obama yönetimini kırmızı çizgisinin aşıldığına
ikna etmek üzere, tam da Suriye’deki krizin de ele alınacağı bir G-20 zirvesi öncesinde,
21 Ağustos 2013 günü 1500 sivilin ölümüyle sonuçlanan Guta’da kimyasal silah kullanımından
Esed rejimini sorumlu tutan argümanların hiç inandırıcı bulunmaması gibi.
Bloomberg
haber ajansının Türkiye eski büro şefi Mark Bentley’in Twitter’da yaptığı bir
anket bu konuda yabancı kamuoyundaki vahim algıyı bütün çıplaklığıyla gösterir
nitelikteydi. Her ne kadar bilimsel bir veri olarak kabul edemesek de bu anlık anketin
sonuçları Türkiye’yi yönetenlerin tutarlılığı, uluslararası kamuoyundaki
inandırıcılıkları ve itibarları hakkında çok şeyler söylüyor. Bentley’in
“Ankara bombalamasını kim yaptı? En isabetli tahmininiz...” şeklindeki sorusuna
cevap veren 8276 kişiden yüzde 15’i PYD, yüzde 16’sı IŞİD, yüzde 6’sı diğer
cevabı verirken maalesef yüzde 63’ünün “Türk istihbaratı” demesi Ankara’yı
yönetenlerin itibarındaki sıfırlanmayı açıkça gözler önüne sermiştir.
Erdoğan rejimi
altındaki Ankara inandırıcılığını ve itibarını nasıl yitirmesin ki? Kısa süre
öncesine kadar meşru bir örgüt gibi resmen muhatap alınan, her türlü askeri ve
siyasi destek sağlanan, üstelik ülkenin terör örgütleri listesine hala
alınmamış olan PYD’nin şimdi çıkıp terör örgütü olduğunu savunursanız sadece
bir şeyi ispatlamış olursunuz: Ne kadar basiretsiz, öngörüsüz, tutarsız ve
güvenilmez bir rejim ve yönetim olduğunuzu.
Hele hele
ülkede terör ve şiddet kol geziyorken, çevreniz ateş çemberine dönmüşken
ülkenin istihbarat gücünü, kamu güvenliğine dair imkanlarını bugüne kadar tek
bir şiddet ve terör eylemine karışmadıkları halde keyfi bir şekilde “terör
örgütü” ilan ettiğiniz Hizmet Hareketi’ne karşı kullanırsanız, gün gelir gerçek
terör örgütlerine dair sözlerinize ve sözde kanıtlarınıza inanacak hiç kimseyi
bulamazsınız.
Şahsi siyasi
hırsları için düne kadar terör örgütü PKK’yı “meşru muhatap” kabul eden Erdoğan
rejimi tutarsızlıklarla, yalanlarla dolu inandırıcılıktan yoksun bu gidişatla
korkarım ki PYD’yi uluslararası aktörlere bir terör örgütü olarak kabul ettirmeyi
değil belki ama PKK’yı terör listelerinden çıkarmayı başaracak. Tıpkı masum
insanlara haksız, hukuksuz ve keyfi bir şekilde terörist muamelesi yapmalarında
olduğu gibi bu kifayetsizliklerinin ve beceriksizliklerinin ceremesini de yine
bu ülke ve bu millet çekecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder