25 Şubat 2016 Perşembe

‘Cadı avı’ genelgesi, fişleme yasası ve İslamo-Faşizm

Faşizm işte böye bir şey. En temel hak ve özgürlükleri kemirdikçe, demokratik normları, teamülleri ve kurumları aşındırdıkça, hukukun yerine keyfiliği koydukça kendi alanını genişletikçe genişletir. Her anı karabasanlarla dolu ölümcül bir hastalık gibi sardığı ülkede yaşayan insanların yaşam alanlarını, hak ve özgürlüklerini daralttıkça daraltır. Bir kere devlet hüviyetine bürünmeye görsün, faşizm insanların ne canına kıymet verir ne malına, ne özeline/mahremiyetine saygı gösterir ne yaşam tarzına, ne inancına ne de siyasi düşüncesine.    
     Türkiye bir-kaç yıldır siyasal İslamcı bir muktedir kliğin ihtirasları ve emelleri doğrultusunda hızla İslamo-Faşist bir rejime doğru yol alıyor. Üstelik son aylarda bu gidişat daha da hızlanmış durumda. İnsanlar etnik kökenlerinden, dini inançlarından, siyasi görüşlerinden veya yaşam tarzlarından dolayı ötekileştiriliyor, düşmanlaştırılıyor, şeytanlaştırılıyor ve en aşağılık cadı avlarının hedefi haline getirilebiliyorlar.
            İnsanlar haksız, hukuksuz ve keyfi şekilde gözaltına alınıp günlerce nezarethanelerde bekletilebiliyor. Bazıları Sulh Ceza Hakimliği diye sonradan uydurulan güdümlü merciler tarafından keyfi bir şekilde tutuklanıp ceza evine atılabiliyor. Erdoğan’ın bir proje olarak kurdurduğunu açıkça itiraf ettiği yine aynı hakimliklerin hukuksuz ve keyfi kararlarıyla Türkiye’nin en başarılı şirketleri ile eğitim kurumlarının yönetimine el konulabiliyor ya da şirketlerin kendileri doğrudan gasp edilebiliyor. Muhalif gazetelere el konularak susturuluyor, bağımsız televizyonların ekranları karartılıp kapılarına kilit vuruluyor. Fikirlerinden, eleştirilerinden dolayı gazetecilere dava üstüne dava açılıyor, sudan bahanelerle gözaltına alıyor ve hatta hapse atabiliyorlar. Akademisyenler ve aydınlar sırf fikirlerinden dolayı hedef haline getiriliyor, en üst düzeyden tehdit ediliyor, üniversitelerden atılıyor, mahkemelerde süründürülüyor.
            Tüm bunlar Uluslararası Af Örgütü’nün son raporunda Türkiye’de insan hakları durumunun “ciddi biçimde kötüye gittiğini” söyleyerek özetlediği baskıların, zulümlerin, sansürün, hukuksuzlukların ve keyfiliklerin ne kadar yaygınlaştığını gösteriyor. Farklı düşünce ve inançlardaki insanlara yaşam alanı bırakmayan AKP/Erdoğan rejiminin İslamo-Faşist anlayışı tüm bunları yeterli görmemiş olmalı ki yeni bazı vahim hamlelere girişmiş durumda. Son haftalarda uygulamaya giren bir başbakanlık genelgesi ve Meclis gündemine gelen bir yasa tasarısı İslamo-Faşizminin iyice vites büyüttüğünün açık delillerini oluşturuyor.  
            Geçtiğimiz günlerde Başbakan Davutoğlu tarafından imzalanarak Resmi Gazete’de yayınlanan “Milli Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları Hakkında” başlıklı genelge “cadı avcılığı”nda yeni bir aşamaya gelindiğini gösteriyor. Anayasa ve Türk Ceza Kanunu’na aykırı olan bu genelge keyfi bir şekilde fişlenerek hedefe konulacak kamu çalışanlarının özetle “önce infazını, sonra yargılanmasını...” emrediyor. Açıkça söyleyelim, Başbakan Davutoğlu, kamuda görev yapan amirlere yapacakları hukuksuz fişlemelere dayalı olarak kamu çalışanlarını önce işlerinden atmalarını ve ancak ondan sonra hukuki süreci başlatmalarını emretmek suretiyle bu genelgeyle açıkça suç işliyor.
             “Terör örgütleri veya legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten yapılarla ilişki kuran ya da eylem birliği içerisinde olduğu tespit edilen kamu çalışanları” hakkında derhal idari işlem yapılmasını isteyen Başbakan, “suç teşkil eden fiiller yönünden ise durumun adli mercilere ivedilikle bildirilmesini” istiyor. Büşra Erdal’ın Zaman gazetesindeki bir yazısında belirttiği gibi, kamu görevlisi, bir suç gördüğünde adli mercilere bunu zaten bildirmek zorunda. Bu genelgede kamuyu ve vatandaşı ilgilendiren asıl kısım ‘yapılması istenen idari işlemler’. Yani aslında ‘suç olmayan’ eylemler idarenin keyfi uygulamalarına tabii olacak ve kamu çalışanları haksız ve hukuksuz işten çıkarmalarla karşı karşıya kalacak.
            Aslında bu genelge ile idareye açıkça deniliyor ki, ortada adli bir suç olmadığı halde bile bütün muhaliflere ‘terör’ iddiasıyla keyfi işlem yapın. Siyaset ve hukuk literatüründe tam da buna fişleme ve “cadı avı” deniliyor. Başbakan Davutoğlu, bu genelgeyle, kamudaki idari mercilere kendilerini yargı yerine koymalarını, kimin terör örgütü üyesi olup olmadığına, bir örgüt ya da yapının emir ve talimatlarıyla hareket edip etmediğine keyfi şekilde karar vermelerini ve bu keyfi kararı anında infaz etmeleri talimatı veriyor. Yani zaten alev alev yanan “cadı avı” kazanının altına büyük bir pervasızlıkla yeni odunlar atıyor.
            Erdoğan/AKP rejiminin İslamo-Faşizmi ülkeyi hızla yaşanmaz hale getirirken Meclis’e sunulan yeni bir yasa tasarısı ise vatandaşların cinsel hayatına varıncaya kadar özel hayatlarının bile fişlenmesini yasal hale getiriyor. Yani tüm demokrasilerde olduğu gibi, bütün dinlerde ve kültürlerde kutsal sayılarak dokunulmazlık atfedilen özel hayatın gizliliği AKP hükümetinin İslamo-Faşist anlayışının son kurbanı olmaya aday gibi görünüyor. “Konut dokunulmazlığı’ ve ‘haberleşme hürriyeti’ni de kapsayan özel hayatın gizliliğinin korunması Anayasa’nın 20, 21 ve 22. maddelerinde güvence altına alınmış olmasına rağmen bu haklar bugün büyük bir risk altında bulunuyor.
            Türkiye’de yargıyı yürütmenin despotik bir uzvu haline getirmekte büyük rol oynayan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, her ne kadar aksini söylese de, gerek yasanın içeriği, gerekse bu yasanın gereklerini yerine getirecek kurulun oluşum şekli insanların dinlerine, dillerine, siyasi görüşlerine, yaşam tarzlarına ve hatta cinsel hayatlarına varıncaya kadar fişlenmelerinin önünü açtığını gösteriyor. Oldukça sorunlu “Kişisel Veriler Kanunu Tasarısı’ kapsamında kurulacak olan “Kişisel Veriler Koruma Kurulu”nun üyelerinin tamamının yürütme tarafından seçilecek olması bile başlı başına bir fecaat oluşturuyor. Özerk olmaları gerekirken AKP’nin despotik birer sopasına dönüşen 9 denetleyici üst kuruluşun mevcut durumu ortadayken böyle bir yapının, toplayacağı kişisel verileri siyasi veya başka amaçlı istismar etmeyeceğine kimse inanmıyor.
            Aslında kişisel verilerin korunmasına dair ihtiyaç tam 33 yıldır Türkiye’nin gündeminde. Türkiye, bu alandaki ilk uluslararası belge olan Avrupa Konseyi’nin 1981’de imzaya açtığı San Marino Sözleşmesi olarak bilinen 108 sayılı “Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunmasına Dair Sözleşme”yi ilk imza atan ülkelerden biri. Ancak, Meclis’teki onay sürecini işletmemiş olan tek ülke konumundadır da. Uluslararası Antalya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Savaş Bozbel’e göre, 1980’li yıllardan beri bu konuda kanun ya da çerçeve bir düzenlemenin çıkartılmaması devletteki fişleme zihniyeti ve geleneğinden kaynaklanıyor.
            Belki bir paradoks gibi görülse de, Prof. Dr. Bozbel’e göre, bugün çıkarılması düşünülen sorunlu yasa da yine bu fişleme zihniyeti ve geleneğinin bir eseri. Çünkü, tartışılan yasa tasarısı kişisel veri sahibininin hakları ve faydalanacağı korumalardan ziyade verileri işleyenlerin hangi haklara ne surette haiz olduklarına ağırlık veriyor. Tasarının hazırlanmasında esas alınması gereken 108 sayılı sözleşmeden ve üyelik müzakerelerindeki 4 faslı doğrudan ilgilendirdiği için mutlaka önem verilmesi gereken AB direktiflerinden uzaklaşıldığı görülüyor.
            Prof. Bozbel çok daha ciddi bir kuşkusunu daha dile getiriyor ve şöyle diyor: “Açıkçası, Son zamanlarda çıkartılan kanunların mantığına bakıldığında demokratik müktesebatı geliştirme yönünde bir adım atılacağını zannetmiyorum. Daha ziyade, mevcut durumdaki fişlemelere hukuki zemin hazırlanacağını düşünüyorum. Bu haliyle, tasarının AB kriterlerine uymak gibi bir kaygısının olduğunu düşünmüyorum... Tasarıda, ayrıca kişisel verilerin işlenmesi konusunda geniş istisnalar getiriliyor. Düzenlemeyle, polis, jandarma ve MİT’e fişleme için yasal kılıf sağlanıyor. Bu çerçevede polis, jandarma ve MİT yasası kapsamına giren suçlar “veri koruması” dışında tutulacak. Bu hallerde kişilerin hak arama kapsamında yapacakları başvuruları da doğrudan reddedilecek.”
            Türkiye’de maalesef hayatın bütün alanları kesif bir İslamo-Faşizmin açık veya sinsi tahakkümü altına giriyor. Bundan daha beteri ise çoğunluğun bu fecaatin hala farkında bile olmaması.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder