Güçler ayrılığı, hukuk devleti, basın ve özgürlüğü gibi demokrasilerin olmazsa olmazlarından biri de güçlü ve canlı bir sivil topluma sahip olmasıdır. Devletten ve hükümetten bağımsız, kendi toplumsal meşruiyetini üretebilen, toplum yararına aykırı gördüğü adımlar her nereden gelirse gelsin eleştirel bir tavır alarak karşı çıkabilen canlı bir sivil toplumun varlığı kamu iradesinin denetimi, hesap verebilirliği ve demokratik ve hukuk devletinin yozlaşmadan, zorbalığa sapmadan sürdürülebilirliği için elzemdir.
Gelişmiş demokrasilerde
her çeşidiyle sivil toplumun da son derece gelişkin olduğu görülmektedir.
Demokrasi ve hukuk devleti taklidi yapan anti-demokratik sistemler de sivil
toplum ihtiyacına bigane kalamamaktadır. Sahih ve bağımsız sivil toplumu
aslında tehdit olarak gören bu tür despotik sistemler iktidara ve güce
iliştirilmiş “sivil toplum” görünümlü sahte yapılar oluşturmakta maharetleriyle
bilinirler. Gelişmiş demokrasilerdeki sayı ve çeşitliliği ile yarışamayacak
olsalar da bu türden anti-demokratik yapılar tamamen kendi kontrolleri altında sahte
sivil toplum yapıları oluştururlar. Ya da zaten faal olan bazı yetersiz sivil
toplum örgütlerini şu ya da bu yolları kullanarak sivil toplum görünümlü kendi
ajanlarına dönüştürürler. Her ikisinin de örneklerini saymakla bitiremeyiz.
Oysa ki, sivil
toplumculukta esas olan devletten, iktidardan bağımsızlıktır. Devletin kamuya
ayrım gözetmeden hizmet üretme işlevinden çıkıp çeteleşmesine yol açacak
savrulmalara karşı da gerçek sivil toplum bir emniyet sübabıdır. Sivil toplumun
bu misyonunu ifade edebilmesi için devlet ve iktidardan bağımsız olmakla
kalmayıp eleştirel bir mesafede durmayı başarması gerekmektedir. Sivil toplum
olabilme ve kalabilme kriteri için bağımsız ve eleştirel olmanın yetmeyeceği
durumlar da yok değildir. Despotluk ve otoriterliğin artma eğilimine girdiği
süreçlerde sivil topluma düşen bağımsız ve eleştirel olmakla kalmayıp
despotlaşan devlete, hükümete, iktidara rağmen tavır alabilmektir. Devlete ve
despotik yapıların zorbalıklarına ve baskılarına rağmen tavır alamayan
yapıların sivilliği, demokratlığı, özgürlükçülüğü tartışmalıdır. Aslında böyle
yapıları sivil toplumdan saymak tamamen bir yanılgıdan ibarettir.
Sivil toplumdan beklenen
hak, hukuk ve özgürlüklerin yanısıra halkı ilgilendiren her konuda gelecek nesillerin
de haklarını koruyacak tavırlar alabilmesidir. Ancak, uygulamada bunun tam
tersini yaptıkları halde kendilerini sivil toplum gibi tanıtma
sahtekarlıklarıyla da sıklıkla karşılaşabiliyoruz. İşte bu durumlarda gerçek
sivil toplum ile devlete/iktidara iliştirilmiş çakma sivil toplum arasındaki
fark apaçık ortaya çıkıyor. Tıpkı geçtiğimiz günlerde geniş katılımlı iki
tarihi bildirinin altına imza koyan yapılar arasındaki sivil toplum olma açısından
ortaya çıkan devasa fark gibi.
Bunlardan ilki 5 Ocak 2015
günü, yani Meclis Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu’nun 17 Aralık 2013 yolsuzluk
skandalına adı karışan 4 müstafi bakan hakkında kararını vereceği gün gazetelerde
“Sivil Dayanışma Platformu” adı altında verilen ilandı. Kamu denetiminden uzak
yüz milyonlarca dolar harcanarak şaibelerin ve tartışmaların odağına oturan bir
görgüsüzlük abidesi niteliğindeki Ak Saray önünde fotomontajla oluşturulmuş on
binlerce kişilik kalabalıkların görüldüğü bir fotoğrafın altına “Sağlam İrade”
başlığı altına konulan bildiri metni, değil sivil ve demokratik, asgari insani
olmaktan bile son derece uzak hoyrat bir muhtıra niteliğindeydi. Despotik
gidişatın motoru niteliğindeki bir yapının talep ve koordinasyonuyla
yayınlandığı belli olan bu korkunç metin, yolsuzluğa bulaşmış bakanların Yüce
Divan’a sevkini engellemeyi amaçlıyor ve bu uğurda herkesin gözleri önünde Anayasa
Mahkemesi’nin aşağılıyor, Meclis iradesini açıktan tehdit ediyordu. Demokrasi
ve hukuk ilkelerini hatırlatmak yerine “Sağlam İrade” diye andıkları her kimse
onun buyruklarına göre hareket edilmesini emredici ve tehditkar bir üslupla
dile getiriliyordu.
Yolsuzlukların üzerine gidilmesi engellendiği
ve dolayısıyla şüpheli bakanların yargıda aklanma şansı ellerinden alındığı halde,
“Sağlam İrade” başlıklı “Sivil Dayanışma Platformu” imzalı bildiride şu dehşet
verici ifadeler kullanılıyordu:
“17-25 Aralık darbe girişimlerinin
adli yargıda takipsizlikle sonuçlanmasına rağmen dosyada suçlanan bakanların
Yüce Divan’a gönderilme çabası, adli yargıda başarısız olan darbe girişiminin
Anayasa Mahkemesi’nde sonuçlandırma çabasıdır.
Anayasa Mahkemesi aklanma yeri
değildir.
Anayasa Mahkemesi bugüne kadar
siyasete müdahale eden kararlarıyla vesayet rejiminin son kalıntısı olarak
milletin vicdanında aklanması gereken bir yerdir.
Anayasa Mahkemesi’nden ‘Dönemin
Başbakanı’ çıkarma gayretinde olan içeriden ve dışarıdan fitne odakları ile
siyasi ikbal ve makamları için bu fitne odaklarıyla açık gizli ittifak
yapanları ibretle takip ediyoruz.
Siyasi kariyerlerini ve
kazanımlarını ‘Sağlam İrade’nin gölgesine borçlu olanların küçük hesapları ‘Büyük
Türkiye’ yürüyüşünü durdurmaya yetmeyecektir”
Demokratik kültürde yeri olmayacak “Sağlam
İrade” dedikleri bu kişi ya da kurum her kim veya neyse, onun adına bir araya
gelip bir demokratik kurumlara muhtıra vermenin sivillikle ve sivil toplumla
herhangi bir alakası olabilir mi? Asgari demokratik tepkiden, eleştirel
tavırdan vazgeçtim, demokratik nezaketten bile tamamen mahrum bu yapıların sivil
toplum olduğunu nasıl savunabiliriz? Altındaki imzalardan bazılarının sahte
olduğu daha sonra ortaya çıkan bu bildiriyi yayınlayan grubun hakaret ve tehditlerle
dolu bildirisine komisyon maalesef boyun eğmiş ve “Sağlam İrade”nin önünde diz
çökmüştür.
Güzel olan şu ki, Türkiye bu türden
kıymeti kendinden menkul anti-demokratik, konjonktürel ve devlete iliştirilmiş
sözde sivil toplum örgütlerinden ibaret değil. Söz konusu bildiriden birkaç gün
sonra bu sefer “Özgürlük ve Demokrasi Platformu” adı altında 890 sivil toplum
örgütü gazetelerde ortak bir bildiri yayınladı. İki metin arasındaki üslup,
duyarlılık konuları ve vizyon farkı bildiri yayınlayanlardan hangisinin gerçekten
sivil toplumu temsil ettiğini hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde gösterdi.
Bildiride şunlar söyleniyordu:
“Demokratik hukuk devleti
ilkesi ile birlikte temel hak ve özgürlükler, toplumsal barışın esaslarını oluşturur.
Hiçbir siyasi gerekçe, hiçbir konjonktürel sebep, bu haklardan ve hukuk devleti
ilkesinden vazgeçmeyi, sapmayı maruz gösteremez.
Anayasa Mahkemesi'nin ifade ettiği şekliyle
'kişilerin devlete güven duymaları, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri,
ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğün sağlandığı bir hukuk düzeninde
gerçekleşebilir' Bu açıdan özgürlüklerden ve hukuk devletinden vazgeçmek geriye
gitmektir, fakirleşmektir, toplumsal barışın bozulması demektir. Kamu düzeni
özgürlüklerin geliştiği yerlerde değil, keyfi biçimde kısıtlandığı, hukukun
uygulanmadığı yerlerde çok daha fazla zarar görür. Demokrasi yolculuğu 100 yılı
aşkın bir süredir devam eden, Avrupa Birliği vizyonunu benimsediğini dünyaya
deklare eden Türkiye, hedeflediği noktadan asla geriye döndürülmemelidir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün vatandaşları, dünyanın gelişmiş ülkelerinde
yaşayan insanların sahip olduğu hak ve özgürlüklere sahip olmalıdır.
Hiçbir siyasi, kişisel ya da grupsal hesap,
menfaat, hırs, angajman, bireylerin sahip olduğu temel hakların alınmasını
mazur gösteremez. Demokrasi ve hukuk üzerinde kurulmak istenen hiçbir vesayet
kabul edilemez. Hukuku zayıflatmak, Devleti ve Milleti zayıflatmak anlamına gelir.
Demokratik hukuk devleti ilkelerinden bir an için
bile olsa taviz vermek, ülkemizin on yıllar boyu ödeyeceği bedelleri
beraberinde getirecektir. Hukuk devleti ilkesinin ve demokrasi anlayışının her
gün örselendiği ülkemizi yönetme konumunda bulunanları buradan uyarıyoruz.
Özgürlük ve Demokrasi Platformu çatısı altında bir araya gelen 890 sivil toplum
kuruluşu olarak taleplerimiz şunlardır:
- Ülkemizde özgürlüklerin kısıtlanması yönündeki
tüm engeller bir an önce kaldırılmalıdır.
- Ülkemizde sosyal barışı zedeleyen saldırgan ve
kutuplaştırıcı siyasi üsluptan derhal vazgeçilmelidir.
- Ülkemizde ekonomik üretimi, toplumsal barışı ve
özgür düşünce ortamını zayıflatacak her türlü yasal düzenlemeye son
verilmelidir.
Bizler, Türkiye'nin dört bir köşesinden bir araya
gelen sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri olarak, halkımızı ve ülkemizi
yönetenlere, temel hak ve özgürlüklerle demokratik hukuk devleti ilkelerine
sahip çıkmaya çağırıyoruz. Çünkü, özgürlük ve demokrasi olmazsa ekonomi de iyi
işlemez. Özgürlük ve demokrasi olmazsa toplumsal barış da olmaz. Üreten ekonomi
için, kalıcı toplumsal barış için; önce demokrasi önce hukuk devleti.”
“Sağlam İrade”nin emrindeki çakma “sivil toplum”
ve hakiki sivil toplumun bir kesiminin yayınladıkları bildiriler işte yan yana!
Peki sizin tercihiniz hangisinden yana?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder