Şayet dünyadan elinizi ayağınızı iradi olarak çekmiş, inziva içerisinde bir hayatı gönüllü tercih etmiş bir münzevi değilseniz, hiç ama hiçbir yalnızlık değerli değildir. Hubris, sosyopati ya da benzeri ciddi bir psikiyatrik rahatsızlığınız yoksa yalnızlığa büyük değerler atfetmek ve övgüler dizmek için de bir nedeniniz yok demektir. Oysa Erdoğan ve AKP hükümetinin yurt içinde benimsediği despotik tutumun yanı sıra dış politikada izlediği muhteris olduğu kadar tutarsız ve temelsiz revizyonist tutum yüzünden Türkiye son yıllarda hızla yalnızlaşıyor. Dünyadan hızla uzaklaştığı gibi adeta yörüngesinden çıkmış bir başıboş meteor gibi nereye savrulacağı veya nereye çarpacağı kestirilemiyor.
Artık hiçbir demokratın
tahammül edemeyeceği hoyratlıktaki eylem ve söylemleriyle gün geçtikçe daha
tahakkümcü ve daha diktatoryal bir profil çizen Erdoğan ve AKP yönetiminin
yanlış tercihleri ve yanlış politikaları sonucu Türkiye’nin göz göre göre
itildiği kaçınılmaz bir yalnızlıktan övünç üretme çabasına girişmek nafile bir
uğraş. Malumunuz Türkiye’nin müttefiklik ilişkisi içerisinde olduğu ve geniş
bir demokratik değerler paylaşımı içerisinde bulunduğu Batı’dan uzaklaşarak
hızla yalnızlaşması sürecinin en az birkaç yıllık bir mazisi var. Göz göre göre
sebep olunan bu yalnızlaşma sürecinin başlarında bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
dış politika başdanışmanı olan İbrahim Kalın, dönemim en güçlü emperyal devleti
olan İngiltere’nin 19. yüzyılın sonlarında formulüze ettiği “görkemli tecrit - splendid
isolation”dan mülhem Türkiye’nin bu yalnızlığını “değerli yalnızlık” olarak
tanımlamıştı.
Oysa
ilhamını “görkemli yalnızlık”tan da alsa Türkiye’nin tecrit ve itilmişliğini “değerli
yalnızlık” kavramı ile bir övünç meselesi haline getirmekten daha büyük bir
saçmalık olamaz. Benjamin Disraeli tarafından mecburiyetler sonucu uygulanan “görkemli
yalnızlık” politikası İngiltere’nin lüzumsuz yere başka ülkelerin içişlerine
müdahil olmamasını öngörmekteydi. Yoksa İngiltere, günümüz Türkiye’si gibi
müttefiklik ilişkilerinden ve kendisini medeni dünyaya bağlayan siyasi ve etik değerlerden
koparak nereye demir atacağı belli olmayan, fırtına önünde sürüklenmekte olan
bir gemi görüntüsü içerisinde asla değildi.
2002-2010 yılları
arasında, galiba biraz da ayakta kalma güdüsünün sebep olduğu mecburiyetlerden
dolayı, ihtiyaç duyduğu kadar AB kriterlerine sarılan ve bu kadarıyla bile
Türkiye’de devrimsel nitelikte demokratik hamlelere imza atan AKP, maalesef gücünü
konsolide ettiği oranda kendi demokratikleşme adımlarının öncesini bile aratır
bir hukuksuzluğa, keyfiliğe ve despotluğa yöneldi. Türkiye’nin demokratik ve entelektüel
birikimini hiçe sayan Erdoğan ve çevresindeki çetevari bir dar ekip realizmle
bağlarını iyice kopardı. Gerçekler dünyasında karşılığı olmayan lunatik
ideallerinin ve ihtiraslarının peşine düştü.
Obama
yönetimine yakın Washington merkezli düşünce kuruluşu The Center For American
Progress uzmanlarından Michael Weirz ve Max Hoffman’ın Perşembe günü yayınlanan
raporlarında başarıyla ifade ettikleri gibi, Erdoğan ve AKP Batı’dan ve ABD’den
destek gören demokratik hamlelerden vazgeçip tam tersi bir sürece girdiği
oranda Türkiye yalnızlaştı. Öyle ki sağlam birer Türkiye dostu olduklarını
bildiğim Weirz ve Hoffman’ın bile “ABD, hükümet yanlısı seslerin tanımladığı
şekilde ülkenin “değerli yalnızlığının” tadını çıkarması konusunda AKP’yi serbest
bırakmalı” deme noktasına gelmiş olmaları son derece düşündürücü ve kaygı
verici.
“The U.S.-Turkey Partnership: One
Step Forward, Three Steps Back – ABD-Türkiye Ortaklığı: Bir Adım İleri, Üç Adım
Geri” başlıklı raporlarında Weirz ve Hoffman, Türkiye’deki kırılmayı temel
olarak Erdoğan ve ekibinin Gezi, Musul ve Kobani’de takındıkları yanlış tutuma
bağlıyor. Bunların rolü konusunda kendilerine kısmen katılmakla birlikte
kırılmaya yol açan etmenlerin Gezi, Musul ve Kobani ile sınırlı olmadığını
eklemek durumundayım. Çünkü Weirz ve Hoffman’ın görüşlerinin aksine, Gezi,
Musul ve Kobani’deki tutumun sadece sonraki gelişmeleri belirleyici birer sebep
olmadığı, bizatihi bunların çok daha köklü, derin ve bir o kadar da hastalıklı çok
daha ciddi sorunların birer neticeleri oldukları kanaatindeyim.
Mesela Gezi protestoları ve Erdoğan’ın
takındığı tutum yeni ve sorunlu bir sürecin başlangıcı olabilir. Ama bu, Gezi’nin
bizatihi Erdoğan ve çevresindekilerin pervasız, şımarık ve kibir dolu
yaklaşımlarının bir sonucu olduğu gerçeğini değiştirmez. Hep söyledim, bir daha
tekrarlayayım: Evet, Gezi bir kırılma noktasıdır ama asla bir sebep değildir.
Gezi Parkı protestoları Erdoğan’ın çarpık zihniyetinin sebep olduğu kaçınılmaz
bir patlama ve bir sonuçtur.
Yine Musul’daki konsolosluk işgali
ve rehine krizine yaklaşımdaki sorunlar da bana göre Erdoğan ve
çevresindekilerin çarpık zihniyetlerinin dışa vurmuş sonuçlarından ibarettir. Radikal
İslamcı şiddete bile muazzam bir hoşgörüyle yaklaştıklarına defaatle şahit
olduğumuz Erdoğan ve AKP’nin Türkiye’yi Musul’da karşı karşıya bıraktıkları
skandal, bir öngörüsüzlükten ziyade, zihniyet akrabalığı içerisinde
bulundukları IŞİD gibi bir katiller sürüsüne duydukları yakınlığın tezahüründen
ibarettir. Yakın zamana kadar, IŞİD’i “haklı sebeplerle bilenmiş öfkeli gençler”
olarak tanımlayan, hunharca kafa kesmeler karşısında bile sert tepkiler
göstermekten özenle kaçınarak “Müslüman Müslümana bunu yapar mı?” sitemlerinde
bulunan siyasal İslamcı bu kadronun IŞİD’i Musul’daki Türk Konsolosluğunu işgal
edecek ve diplomatlarımızı aileleriyle birlikte rehin alacak bir düşman güç
olarak görmemesi doğaldır. Söz konusu olan öngörüsüzlükten ziyade zihni ve duygusal
bir sapmadır. Rehine olayından sonra bile Davutoğlu’nun “rehine” kavramını
kullanmaktan imtina ederek saçma sapan açıklamalar yapması da bu duygusal
yakınlıktan olsa gerektir.
Kobani’de de durum farklı değildir.
Yine orada da IŞİD’le olan zihniyet akrabalığının ve onca vahşete rağmen
saklanamayan duygusal yakınlığın sonuçlarını gördük. Bu yüzden Erdoğan ve Davutoğlu
hükümetinin Kobani’deki akıl ve insaf dışı tutumunu da, kanaatimce bir sebep
olarak değil, bir sonuç olarak değerlendirmek gerekir. Erdoğan’ın özellikle PKK
ile çözüm sürecinin başlamasından bu yana, PKK ve PKK’nın Suriye’deki uzantısı
PYD ile ilgili en sert açıklamalarını Kobani’de IŞİD’le en fazla savaştıkları
dönemde dile getirmesinin basit bir tesadüf olduğuna inanmak oldukça zor. Kobani’de
şekillenen uluslararası ittifakın etkinliğini kırmak amaçlı takınılan bu tavrın
PYD/PKK/Peşmerge karşıtı olmaktan ziyade IŞİD yanlısı olduğunu düşünmek için
oldukça fazla sebep bulunuyor.
Elbette ki her sonuç daha sonraki ve
belki de daha önemli gelişmelerin mühim birer sebebini teşkil edebilir. Ancak
nedensellik açısından olaylara yaklaştığımızda Erdoğan ve AKP’ye hakim olan tahakkümcü
despotik zihniyetin ve doymak bilmez ihtirasların asıl sebepleri oluşturduğunu
görmemek imkansız. Hem yurt içinde, özellikle de temel hak ve özgürlükler
alanında yaşadığımız sıkıntılar, hem de bölgesel politikalardaki hezimetler ve
yalnızlaşma sürecinin bu zihni sapkınlıkla yakından ilişkisi olduğu
kanaatindeyim. Elbette ki AB ile olan ilişkilerdeki, transatlantik ilişkilerdeki,
değer bazlı ve jeopolitik/stratejik ihtiyaçlar temelli köklü müttefiklik ilişkilerindeki
kafa karıştıran sinyalleri de bu zihni sapmadan bağımsız düşünemeyiz.
2001 yılındaki kuruluş felsefesinden
iyice uzaklaşan AKP’nin değil sadece, Türkiye’nin de Erdoğan diye çok ciddi bir
sorunu var. Erdoğan sorunu o kadar büyüdü ki, ulusal ve uluslararası alanlarda
da artık ihmal edilemez bir boyuta ulaştı. Öyle ki bugün geldiğimiz noktada
içinde bulunduğumuz bölgenin de, AB’nin de, ABD’nin ve NATO’nun da çok ciddi
bir Erdoğan sorunuyla karşı karşıya olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Türkiye’nin
iyiliğini ve huzurunu düşünen herkesi aşırı rahatsız eden bu ana sorunu tespit
ve teşhis edip adını açıkça ortaya koyduktan sonra sebep olduğu vahim sonuçların
listesini dış politika alanında olduğu kadar iç politikada ve ekonomide de
sıralamak mümkün.
Her
şeyin iyice birbirine karıştığı tam bir keşmekeşe dönen Türkiye’yi analiz
ederken iç içe geçmiş sebeplerle sonuçları, tespit ve teşhislerle sorunları birbirine
karıştırmamak için çok dikkatli olmak lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder