12 Mart 2015 Perşembe

Sebepler ve sonuçlar bağlamında "değersiz yalnızlık"


Şayet dünyadan elinizi ayağınızı iradi olarak çekmiş, inziva içerisinde bir hayatı gönüllü tercih etmiş bir münzevi değilseniz, hiç ama hiçbir yalnızlık değerli değildir. Hubris, sosyopati ya da benzeri ciddi bir psikiyatrik rahatsızlığınız yoksa yalnızlığa büyük değerler atfetmek ve övgüler dizmek için de bir nedeniniz yok demektir. Oysa Erdoğan ve AKP hükümetinin yurt içinde benimsediği despotik tutumun yanı sıra dış politikada izlediği muhteris olduğu kadar tutarsız ve temelsiz revizyonist tutum yüzünden Türkiye son yıllarda hızla yalnızlaşıyor. Dünyadan hızla uzaklaştığı gibi adeta yörüngesinden çıkmış bir başıboş meteor gibi nereye savrulacağı veya nereye çarpacağı kestirilemiyor.
Artık hiçbir demokratın tahammül edemeyeceği hoyratlıktaki eylem ve söylemleriyle gün geçtikçe daha tahakkümcü ve daha diktatoryal bir profil çizen Erdoğan ve AKP yönetiminin yanlış tercihleri ve yanlış politikaları sonucu Türkiye’nin göz göre göre itildiği kaçınılmaz bir yalnızlıktan övünç üretme çabasına girişmek nafile bir uğraş. Malumunuz Türkiye’nin müttefiklik ilişkisi içerisinde olduğu ve geniş bir demokratik değerler paylaşımı içerisinde bulunduğu Batı’dan uzaklaşarak hızla yalnızlaşması sürecinin en az birkaç yıllık bir mazisi var. Göz göre göre sebep olunan bu yalnızlaşma sürecinin başlarında bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dış politika başdanışmanı olan İbrahim Kalın, dönemim en güçlü emperyal devleti olan İngiltere’nin 19. yüzyılın sonlarında formulüze ettiği “görkemli tecrit - splendid isolation”dan mülhem Türkiye’nin bu yalnızlığını “değerli yalnızlık” olarak tanımlamıştı.
Oysa ilhamını “görkemli yalnızlık”tan da alsa Türkiye’nin tecrit ve itilmişliğini “değerli yalnızlık” kavramı ile bir övünç meselesi haline getirmekten daha büyük bir saçmalık olamaz. Benjamin Disraeli tarafından mecburiyetler sonucu uygulanan “görkemli yalnızlık” politikası İngiltere’nin lüzumsuz yere başka ülkelerin içişlerine müdahil olmamasını öngörmekteydi. Yoksa İngiltere, günümüz Türkiye’si gibi müttefiklik ilişkilerinden ve kendisini medeni dünyaya bağlayan siyasi ve etik değerlerden koparak nereye demir atacağı belli olmayan, fırtına önünde sürüklenmekte olan bir gemi görüntüsü içerisinde asla değildi.
2002-2010 yılları arasında, galiba biraz da ayakta kalma güdüsünün sebep olduğu mecburiyetlerden dolayı, ihtiyaç duyduğu kadar AB kriterlerine sarılan ve bu kadarıyla bile Türkiye’de devrimsel nitelikte demokratik hamlelere imza atan AKP, maalesef gücünü konsolide ettiği oranda kendi demokratikleşme adımlarının öncesini bile aratır bir hukuksuzluğa, keyfiliğe ve despotluğa yöneldi. Türkiye’nin demokratik ve entelektüel birikimini hiçe sayan Erdoğan ve çevresindeki çetevari bir dar ekip realizmle bağlarını iyice kopardı. Gerçekler dünyasında karşılığı olmayan lunatik ideallerinin ve ihtiraslarının peşine düştü.
Obama yönetimine yakın Washington merkezli düşünce kuruluşu The Center For American Progress uzmanlarından Michael Weirz ve Max Hoffman’ın Perşembe günü yayınlanan raporlarında başarıyla ifade ettikleri gibi, Erdoğan ve AKP Batı’dan ve ABD’den destek gören demokratik hamlelerden vazgeçip tam tersi bir sürece girdiği oranda Türkiye yalnızlaştı. Öyle ki sağlam birer Türkiye dostu olduklarını bildiğim Weirz ve Hoffman’ın bile “ABD, hükümet yanlısı seslerin tanımladığı şekilde ülkenin “değerli yalnızlığının” tadını çıkarması konusunda AKP’yi serbest bırakmalı” deme noktasına gelmiş olmaları son derece düşündürücü ve kaygı verici.
            “The U.S.-Turkey Partnership: One Step Forward, Three Steps Back – ABD-Türkiye Ortaklığı: Bir Adım İleri, Üç Adım Geri” başlıklı raporlarında Weirz ve Hoffman, Türkiye’deki kırılmayı temel olarak Erdoğan ve ekibinin Gezi, Musul ve Kobani’de takındıkları yanlış tutuma bağlıyor. Bunların rolü konusunda kendilerine kısmen katılmakla birlikte kırılmaya yol açan etmenlerin Gezi, Musul ve Kobani ile sınırlı olmadığını eklemek durumundayım. Çünkü Weirz ve Hoffman’ın görüşlerinin aksine, Gezi, Musul ve Kobani’deki tutumun sadece sonraki gelişmeleri belirleyici birer sebep olmadığı, bizatihi bunların çok daha köklü, derin ve bir o kadar da hastalıklı çok daha ciddi sorunların birer neticeleri oldukları kanaatindeyim.
            Mesela Gezi protestoları ve Erdoğan’ın takındığı tutum yeni ve sorunlu bir sürecin başlangıcı olabilir. Ama bu, Gezi’nin bizatihi Erdoğan ve çevresindekilerin pervasız, şımarık ve kibir dolu yaklaşımlarının bir sonucu olduğu gerçeğini değiştirmez. Hep söyledim, bir daha tekrarlayayım: Evet, Gezi bir kırılma noktasıdır ama asla bir sebep değildir. Gezi Parkı protestoları Erdoğan’ın çarpık zihniyetinin sebep olduğu kaçınılmaz bir patlama ve bir sonuçtur.
            Yine Musul’daki konsolosluk işgali ve rehine krizine yaklaşımdaki sorunlar da bana göre Erdoğan ve çevresindekilerin çarpık zihniyetlerinin dışa vurmuş sonuçlarından ibarettir. Radikal İslamcı şiddete bile muazzam bir hoşgörüyle yaklaştıklarına defaatle şahit olduğumuz Erdoğan ve AKP’nin Türkiye’yi Musul’da karşı karşıya bıraktıkları skandal, bir öngörüsüzlükten ziyade, zihniyet akrabalığı içerisinde bulundukları IŞİD gibi bir katiller sürüsüne duydukları yakınlığın tezahüründen ibarettir. Yakın zamana kadar, IŞİD’i “haklı sebeplerle bilenmiş öfkeli gençler” olarak tanımlayan, hunharca kafa kesmeler karşısında bile sert tepkiler göstermekten özenle kaçınarak “Müslüman Müslümana bunu yapar mı?” sitemlerinde bulunan siyasal İslamcı bu kadronun IŞİD’i Musul’daki Türk Konsolosluğunu işgal edecek ve diplomatlarımızı aileleriyle birlikte rehin alacak bir düşman güç olarak görmemesi doğaldır. Söz konusu olan öngörüsüzlükten ziyade zihni ve duygusal bir sapmadır. Rehine olayından sonra bile Davutoğlu’nun “rehine” kavramını kullanmaktan imtina ederek saçma sapan açıklamalar yapması da bu duygusal yakınlıktan olsa gerektir.
            Kobani’de de durum farklı değildir. Yine orada da IŞİD’le olan zihniyet akrabalığının ve onca vahşete rağmen saklanamayan duygusal yakınlığın sonuçlarını gördük. Bu yüzden Erdoğan ve Davutoğlu hükümetinin Kobani’deki akıl ve insaf dışı tutumunu da, kanaatimce bir sebep olarak değil, bir sonuç olarak değerlendirmek gerekir. Erdoğan’ın özellikle PKK ile çözüm sürecinin başlamasından bu yana, PKK ve PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD ile ilgili en sert açıklamalarını Kobani’de IŞİD’le en fazla savaştıkları dönemde dile getirmesinin basit bir tesadüf olduğuna inanmak oldukça zor. Kobani’de şekillenen uluslararası ittifakın etkinliğini kırmak amaçlı takınılan bu tavrın PYD/PKK/Peşmerge karşıtı olmaktan ziyade IŞİD yanlısı olduğunu düşünmek için oldukça fazla sebep bulunuyor.
            Elbette ki her sonuç daha sonraki ve belki de daha önemli gelişmelerin mühim birer sebebini teşkil edebilir. Ancak nedensellik açısından olaylara yaklaştığımızda Erdoğan ve AKP’ye hakim olan tahakkümcü despotik zihniyetin ve doymak bilmez ihtirasların asıl sebepleri oluşturduğunu görmemek imkansız. Hem yurt içinde, özellikle de temel hak ve özgürlükler alanında yaşadığımız sıkıntılar, hem de bölgesel politikalardaki hezimetler ve yalnızlaşma sürecinin bu zihni sapkınlıkla yakından ilişkisi olduğu kanaatindeyim. Elbette ki AB ile olan ilişkilerdeki, transatlantik ilişkilerdeki, değer bazlı ve jeopolitik/stratejik ihtiyaçlar temelli köklü müttefiklik ilişkilerindeki kafa karıştıran sinyalleri de bu zihni sapmadan bağımsız düşünemeyiz.
            2001 yılındaki kuruluş felsefesinden iyice uzaklaşan AKP’nin değil sadece, Türkiye’nin de Erdoğan diye çok ciddi bir sorunu var. Erdoğan sorunu o kadar büyüdü ki, ulusal ve uluslararası alanlarda da artık ihmal edilemez bir boyuta ulaştı. Öyle ki bugün geldiğimiz noktada içinde bulunduğumuz bölgenin de, AB’nin de, ABD’nin ve NATO’nun da çok ciddi bir Erdoğan sorunuyla karşı karşıya olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Türkiye’nin iyiliğini ve huzurunu düşünen herkesi aşırı rahatsız eden bu ana sorunu tespit ve teşhis edip adını açıkça ortaya koyduktan sonra sebep olduğu vahim sonuçların listesini dış politika alanında olduğu kadar iç politikada ve ekonomide de sıralamak mümkün.
Her şeyin iyice birbirine karıştığı tam bir keşmekeşe dönen Türkiye’yi analiz ederken iç içe geçmiş sebeplerle sonuçları, tespit ve teşhislerle sorunları birbirine karıştırmamak için çok dikkatli olmak lazım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder