5 Mart 2015 Perşembe

İktidar çetesinin yalanları ve acı gerçekler


Türkiye’de sorunlar çözülmüyor. Ya çözülüyormuş gibi yapılıyor ya tümden görmezden geliniyor ya da sorunların çözümüyle uğraşmak yerine emre amade güçlü medya ağı ve değer tanımaz organik aydınlar üzerinden sadece algılar yönetiliyor. Demokratik kötüye gidiş, temel insan hak ve özgürlükler alanındaki gerileyiş, dış politikadaki büyük çöküş, ekonomideki derin kriz, hukuk ve yargı alanındaki çözülüş, eğitim ve sosyal alandaki sorunların kangrene dönüşmesi tamamen bir kenara bırakılmış durumda. Kendi ikbali ve istikbali dışında hiçbir derdi olmayan bir dar oligarşik iktidar çetesi, ülkenin karşı karşıya olduğu sorunların üzerine giden bir yönetim anlayışını terk edeli hayli zaman oluyor.
Ülkeyi yönetmekten vazgeçip şahsi emelleri doğrultusunda ülkeye tahakküm etmekten başka derdi kalmayan bu iktidar çetesi, algı yönetiminde ise tarihe geçecek büyük bir performans sergiliyor. Olgu ve gerçekler ne olursa olsun sistematik, koordineli ve kesintisiz medyatik yalan rüzgarıyla 80 milyonluk bir halk adeta ahmak yerine konuluyor. Demokrasi, temel hak ve özgürlükler ile hukuk çerçevesinde iyi yönetişim umurunda olmayan iktidar çetesi, kabul edelim ki algı yönetiminde son derece başarılı. Bu başarıyı elde etmek için ise yalan, uydurma, çarpıtma, iftira en büyük silahları. Bu silahları kullanırken ahlak, etik, onur ve izzet gibi kısıtlayıcı engeller de iktidar çetesinin anlam dünyasında kendisine yer bulamıyor. Yaşanan acı olayların ve olguların tam tersine öyle güçlü algılar oluşturabiliyorlar ki, büyüleyerek mankurtlaştırdıkları milyonlarca insan adeta aklını, izanını, vicdanını yitirmiş bir halde algıların efendilerine kul köle olma itaatkarlığını büyük maharet sanıyor
Mesela Türkiye sınırları dışında tek Türk toprağı olan Süleyman Şah Türbesi’nden apar topar yaşanan bir çekilmeden dolayı, özürler eşliğinde, mahcup ve başı eğik bir şekilde kamuoyuna bir izah yapmak yerine, böylesine utanç verici bir hezimetten tarihin nadiren kaydedebileceği bir zafer algısı oluşturabiliyorlar. Sırf kendi basiretsizliklerinden ve beceriksizliklerden dolayı, uluslararası hukuk tarafından tanınan bir vatan toprağının bir gece ansızın kaçar gibi terkedilmesinin iktidar çetesi tarafından çok büyük bir başarı hikayesi gibi anlatılma arsızlığının tarihte bir başka örneği var mıdır acaba?  
            Gelelim son yıllarda Türk halkına pompalanan “sağlam irade”, “büyük devlet”, “süper güç”, “dünyanın gıpta ettiği ülke” imajına. “Yalan ne kadar büyük olursa o kadar inandırıcı olur” diye düşünüyorlar galiba. Gerçekler ise bambaşka. Ülkeyi doymak bilmez ihtiraslarının peşinde sürükleyip beşinci sınıf bir adi diktatörlük haline getiren iktidar çetesi, Türkiye’ye son on yılların en yalnız dönemini yaşatıyor. Bu çete yüzünden Türkiye bugün maalesef kendisinden en uzak durulan, herkesin ayıpladığı bir ülke haline gelmiş durumda? Tıpkı Başbakan’ın son ABD gezisinde olduğu gibi, uluslararası muhatapları tarafından ciddiye alınmayan, randevu bile verilmeyen bir ülke haline getirmek başarıysa, bunu başardılar. Cumhurbaşkanı bile birçok uluslararası muhatabı tarafından defaatle yalanlanmadı mı? Türkiye, itibarları yerlerde sürünen bakanların gittikleri başkentlerde randevu bile alamadığı ya da aşağılayıcı muamelelere tabii olduğu böyle bir başka dönem asla yaşamadı. Sadece yolsuzluklar, hırsızlıklar, rüşvetler, keyfilikler, hukuksuzluklar ve despotluklarla anılan bir mafya görüntüsü veren bir iktidar mensuplarına kim niye itibar etsin ki!
Tabii bu durumun ceremesini sadece muhteris iktidar mafyasının aktörleri çekmiyor. Bu sapkınlığın ülkeyi bedeli ağır oluyor. Mesela Türkiye’nin AB, NATO ve ABD ile olan ilişkileri üzerinde tamiri zor tahribatlara yol açıyor. Denebilir ki “ilişkilerin değerler ekseninden tamamen çıkıp jeopolitik mecburiyetler seviyesine gerilediği dönemler geçmişte de oldu.” Haklısınız ama, o dönemlerin de tarihte pek gururla bahsedilecek şekilde yer almadığını da unutmamak gerekir.
Batı’da durum bu kadar vahim de Doğu’da çok mu matah sanki? Muhteris iktidar çetesinin “bölgenin sahibi biziz”, “bölge bizden sorulur”, “düzen kurucu biziz” dediği Ortadoğu’da neredeyse konuşabileceğimiz ülke kalmadı. Tek adam diktası ve mafyatik bir iktidar çetesi tahakkümündeki Türkiye, Mısır, Suriye, Libya, İsrail, Yemen gibi ülkelerde büyükelçi bile bulunduramaz hale geldi. Öyle ki Ortadoğu politikalarını Suudi Arabistan ve Katar’ın peşine takacak kadar büyük bir acziyet içerisinde. Maalesef Türkiye, bölgedeki gelişmelerin kaderini belirleyecek tüm süreçlerden dışlanmış, kendisine güvenilmeyen bir ülke haline gelmiş durumda. Türkiye’yi çevresine istikrar ihraç eden bir ülke olmaktan çıkarıp, şerrinden emin olunamayan bir ülke haline getirenlerin vebali çok büyük çok! Sadece bir iki açıdan örneklendirdiğim böylesine rezil bir dış politika ile arsızca dile getirilen büyük iddiaların tutarlılığını değerlendirmeyi ise size bırakıyorum.
Peki içeride durumlar nasıl? Maalesef bugün Türkiye’de tek adam diktasının banisi Erdoğan’a hakaret ettikleri gerekçesiyle gözaltına alınan insanlara ve hatta 10’lu yaşlardaki çocuklara her gün bir yenisi ekleniyor.  Gazete ve televizyonlara polis baskınları düzenleniyor. Sırf mesleklerini hakkıyla icra ettikleri için veya bir dizi senaryosundan dolayı gazeteciler tutuklanıp hapse atılıyor. Hala dışarıda kalıp işini yapmaya çaba harcayan gerçek gazeteciler tek tek işlerinden ediliyor. Gazetecilerle tek tek uğraşmak yerine bazen medya organlarına doğrudan hükümet tarafından el konuluyor. Muhalif her gazeteci ya da aydın hükümet çevrelerinden cesaret alan lümpen güruhlar tarafından ölümle tehdit ediliyor, her türlü hedef göstermeye ve karakter suikastine maruz bırakılıyor… Gelin görün ki tek adam diktasının eseri olan işte bu pespaye ortama Erdoğan’ın alay edercesine “dünyanın en özgür medyası Türkiye’de” iddiası eşlik ediyor.
İddia ve oluşturulmak istenen algı kulağa hoş geliyor ama gerçekler maalesef çok acı. Freedom House’a göre Türkiye geçen yıl medyası “özgür olmayan” ülkeler arasındaydı. Bu yıl, bana göre hatalı bir değerlendirmeyle, “yarı özgür” kategorisine alındı. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’ne göre ise basın özgürlüğü açısından 180 ülke arasında 149. sırada. Geçen yıl 153. sıradan buraya gelmeye ne kadar sevinsek azdır herhalde! Gün geçmiyor ki Türkiye, gazetecilere yönelik baskı ve hukuksuzluklardan dolayı uluslararası demokratik örgütlerin ve meslek örgütlerinin kınamasını hak edecek bir şeyler yapmasın. Başbakanı’nın basın ve ifade özgürlüğü kriterini “evinize akşamları sağ dönebiliyorsanız, özgürsünüz” seviyesine düşürdüğü bir ülkenin talihli gazetecileri olarak, iktidar çetesinin bize lütfettiği özgürlüğün kıymetini yeterince bilemiyoruz galiba!  
Ya peki ekonomideki başarılar? Erdoğan ve ülkede yağmalamadık yer bırakmayan iktidar çetesinin anlattıklarına göre Türk ekonomisi tam bir başarı hikayesi. Dediklerine göre bu hikaye böyle devam ederse 2023’e kalmaz dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girermişiz. Büyük devlet ve süper güce de ancak böyle bir ekonomi yakışır zaten! Halkı efsunlamak için söyledikleri bu pespaye yalanlara en fazla kendileri inanıyor olmalılar ki, büyük bir özgüven patlamasıyla, bir aralar iktidar çetemizin Eurozone ülkelerine tepeden bakan ekonomi dehaları AB liderlerine ekonomi dersleri vermeye bile yeltenmişlerdi.
Dünya ekonomisi gerilerken Türk ekonomisinin ne kadar büyük bir büyüme içerisinde olduğunu yıllar boyu her gün onlarca ekrandan, onlarca manşetten sürekli dinleyip, okuyup durduk. Hatta öyle ki, başarı sarhoşu Başbakanımızın bir Avrupa seyahati sırasında “Avrupalı işsizlerin yeni iş kapısının Türkiye olduğu”nu söyleyip, Avrupalı işsizleri Türkiye’ye davet etmişliği bile vardır. Ne güzel hikaye değil mi? Ya peki gerçekler?
Algı ve propaganda güzel ama maalesef palavra kaldırmayan “ekonomik gerçekler” gibi çok ciddi bir sorunumuz var. 1 doların 3 lira olmasına doğru yol alan Türk Lirası’nın tarihinin en değersiz dönemini yaşıyor olması sanki bu müthiş ekonomik başarı hikayesine pek uymuyor gibi. Uzun dönemli borçlanma faizinin son aylarda 2 puan artarak yüzde 9’un üzerine çıkması da müthiş başarı hikayemizi biraz gölgeliyor sanki. Gayrimenkul üzerinden rant ekonomisine yöneldikçe üretim ekonomisi tekleyen bir ülke olarak ihracatta da sanki işler iyi gitmiyor. 500 milyar dolar olan 2023’te ulaşılması planlanan ihracat hedeflerine ulaşmak için Türkiye’nin ihracatının her yıl yüzde 25 artması gerekiyor. Gelin görün ki yıllık ancak yüzde 3,3 artış gibi bir sorunumuz var. Üstelik bir de ihracata artış trendi de durdu ve maalesef gerileme başladı.
Dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmek şöyle dursun Türk ekonomisi yıllarca koruduğu 17.’lik sırasından 19.’luğa gerilemiş durumda. Bloomberg’in bir araştırmasına göre ise Türkiye işsizlik ve enflasyon kriterlerine göre dünyanın en sefil 9. ülkesi payesini edindi. Üstelik enflasyon bir türlü hedeflendiği gibi olmuyor, yüzde 8’leri zorluyor. Daha kötüsü geniş halk kitlelerini etkileyen ve gıda, barınma ve ulaşım gibi kalemlerden oluşan “yoksul enflasyonu” bu rakamdan da kat be kat fazla çıkıyor. İşsizlik yeniden henüz 2 basamaklı ama, eğitimli genç işsiz oranı yüzde 30’ları buluyor. Hava olsun diye “Avrupalı işsizlere kapımız açık” diyen iktidar çetesi kendi çocuklarına iş bulmakta nedense aciz kalıyor.
Daha bunlara görkemli mega projelerdeki başarısızlıkları, her öğrenciye bir tableti öngören Fatih Projesi’nde 4 yılda bir arpa boyu yol alınamamasını, estirilen medyatik terörle tartışılmaz bir tabuya dönüştürülen çözüm sürecindeki başarısızlıkların nasıl büyük başarı gibi sunulduğunu, gelecek nesillerden acısı feci şekilde çıkacak olan eğitimin içinde bulunduğu rezaleti ve daha pek çok şeyi eklemek mümkün. Ama sanırım bu kadarı yeter! İktidar mafyasının yalanlarla bizim sabrımızı zorladığı gibi acı gerçeklerle sizin de sabrınızı fazla zorlamamak lazım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder