Şair Murathan
Mungan’ın vakti zamanında söylediği “Türkiye’de her şey olabilirsiniz ama rezil
olamazsınız” sözü galiba hiçbir zaman son dönemdeki kadar gerçek olmamıştı.
Özellikle 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonlarında suçüstü yakalandıklarından
bu yana Erdoğan rejiminin bakanıyla, bürokratıyla, medyasıyla söyledikleri
yalanlar ayyuka çıktı. Bir tanesi bile insan olanı nesiller boyu rezil etmeye
yetecek yalanlar Türkiye’nin adeta yeni normu oldu. Başta bizzat Erdoğan’ın
söylediği akıl almaz, ahlak kaldırmaz yalanlar olmak üzere kamuoyuna her gün boca
edilen yalanları sıralamaya kalksak emin olun ki ciltler dolusu bir utanç antolojisi
olur. Öyle ki, son döneme damgasını vuran “hırsızların, rüşvetçilerin arsız saltanatında
tahtta kim oturuyor?” diye sorulacak olsa hiç düşünmeden “yalan” derim.
Yalan Türk siyaseti için
yeni bir şey değil. Hatta genel siyaset için de yeni bir şey olmadığını
rahatlıkla söyleyebiliriz. Zaten bileşik iki kelimeden oluşan “politika” teriminin
Latince kökeni bile yalana uygun çağrışımlar yapmakta. Malumunuz “poli” Latincede
“çok”, tica” ise “yüz” anlamına gelmektedir. Çok yüzlülüğün yalandan daha güçlü
bir sermayesi de olamaz herhalde. Tüm politikacılara yalancı veya çok yüzlü sahtekar
elbette diyemeyiz. Ama hırsızlık, rüşvet,
talan ve hukuksuzluklarıyla şöhret bulmuş Erdoğan dikta rejiminin “politika”nın
etimolojk anlamının hakkını fazlasıyla verdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
17/25 Aralık 2013
operasyonlarının hemen akabinde bizzat Erdoğan tarafından ortaya atılan “paralel
yapı” gibi iddialı bir yalanla yola çıkanların, son 15 ay boyunca yeni bir
yalan veya yalanlar üretmedikleri neredeyse tek bir gün yok. Hatta Erdoğan
rejiminin siyasetçileri ve medyasının aynı gün içerisinde ürettiği yalanlar
bazı günler o kadar çok ki, tek bir gün de söylenenleri bile belki kallavi bir
kitabı doldurmaya yeter. 15 aydır Saray medyasının onlarca gazetesi için manşet
manşet kurgulanan, onlarca televizyonunda ekran ekran tartışılan, bizzat Erdoğan
ve kendilerine tek şiar olarak Erdoğan’a yalakalığı edinmiş yakın çevresinin meydan
meydan dolaşarak pazarladığı yalanlardan bahsediyoruz.
Bu yalanların neredeyse tamamının
tedavüle girdiği andan sadece dakikalar sonra apaçık ve ahlaksızca üretilmiş
bir yalan olduğunun ispatlanması da maalesef hiçbir şeyi değiştirmiyor. O kadar
ilginç ve o kadar rahatsız edici ki bu ülkede yaşananlar Erdoğan gibi adeta
birer yalan makinasına dönüşen iktidar siyasetçileri, bürokratları,
gazetecileri ve organik aydınları söyledikleri yalanlardan dolayı asla rezil olmuyorlar.
Utanmıyorlar, arlanmıyorlar, hiçbir utanç duymuyorlar. Yalanları apaçık ortaya
konulmuş olan yalancıların hiçbirinden onurlu bir istifa gelmiyor mesela.
Üstelik kamuoyunu aldatmayı, milletin farklı kesimlerini birbirilerine karşı kin
ve nefrete kışkırtan bu sistematik çabaya boyun eğdikleri despotizmin bir
parçasına dönüşen hukuki mercilerden de dişe dokunur bir adım gelmiyor.
Her gün yepyeni ve akıl almaz
yalanlarla kamuoyunun önüne çıkan ahlaken bir büyük çürümüşlük içerisinde
debelenen Erdoğan dikta rejiminin yozlaşmış ekipleri, insanların gözlerinin
içine baka baka söyledikleri yalanların dolayı halktan hak ettiği herhangi bir tepki
de görmüyor. Bu tepkisizlik suça ve günaha gömülmüş Erdoğan rejiminin bir
siyasi çaresizlik girdabında savrulduğu yozlaşmanın toplum katmanlarına
derinlemesine sirayetinin önünü açıyor. Hırsızlar ve rüşvetçilerin saltanat
sürdüğü Erdoğan dikta rejiminde toplum da yozlaştıkça yozlaşıyor ve böylece toplumsal
doku tamiri hiç de kolay olmayacak bir çürümeye maruz kalıyor.
Elbette ki, Erdoğan dikta
rejiminin milleti ahmak yerine koyan rezilane yalanları “17/25 Aralık
soruşturmaları bir darbe girişimidir” yalanıyla başlamadı. 2013 Haziran’ındaki
Gezi Parkı olayları sırasında söylenen yalanlar da en az son 15 aydaki
kesintisiz yalanlar kadar vahimdi. Kabataş’ta AKP’li bir siyasetçinin başörtülü
gelinine ve bebeğine “üzerleri çıplak ve deri kıyafetli 100’e yakın fantastik erkeğin
tacizi”nden başlayarak üretilen mide bulandırıcı yalanların haddi hesabı yok.
Sadece Kabataş yalanı bile bir hükümeti düşürmeye, o yalanın parçası olan
siyasetçileri, organik aydınları ve gazetecileri insan içine çıkamaz hale
getirmeye yetmesi gerekirken, tüm bunlar bulundukları konumları ahlaksızca
işgal etmeyi sürdürüyor. Hatta hiç utanmadan ahlak ve erdem diskurları bile çekebiliyorlar.
İlmek ilmek çözümlenerek
en aşağılığından bir yalan olduğu apaçık ortaya konulan Kabataş skandalından
belki kat kat büyük yalanlar ise “paralel yapı” ana yalanının alt katmanları
olarak kamuoyuna sunulmaya devam ediliyor. Öyle ki Erdoğan ve medyası ortaya
attıkları yalanların akıbeti ile bir daha ilgilenme ihtiyacı bile duymadan her gün,
her an yeni bir yalan üretme gayretini sürdürüyor. Ürettikleri bu ahlaksız yalanlara
dayalı yayınların ve demeçlerin gazete küpürlerini suç delili haline getirerek hedefe
koydukları kesimlere dair hukuksuz soruşturmalar açacak meslek onuruna saygısız
savcı, polis ve hakimler bulmakta da hiç zorlanmıyolar. Ondan sonra gelsin
algıya ve yeni yalanlara zemin oluşturmaya yönelik operasyonlar…
Bu yalanlar arasında
neler yok ki? Mesela Fethullah Gülen’i bir gün manşetlerden Vatikan’ın adamı
olduğunu yazıyorlar, ertesi gün MOSSAD ajanı olduğunu. Bir başka gün CIA ajanı
olduğu yalanını ortaya atıyorlar, bir diğer gün Türkiye’de şeriat rejimi
kurmaya çalışan bir radikal dinci olduğunu. En son ürettikleri buram buram
sahtecilik kokan bir sözde belge üzerinden Gülen’in Mason olduğunu da ilan
ettiler. ABD’de yaşadığını iddia ettikleri “onlarca milyon dolarlık sarayı” da Saray
medyasının pek çok gazetesinde günlerce manşet oldu, Boğaziçi kıyısındaki yalıları,
Ankara’daki sarayı, Bursa’daki köşkü de… Gülen’in Güney Afrika’ya kaçtığı da,
Kanada’ya kaçmaktan son anda vazgeçtiği de, defalarca Türkiye’ye iade
edilmesinin an meselesi olduğu yalanları da hala Erdoğan’ın rezil medyasında
manşet olmaya devam ediyor.
İki insan arasında geçen
masum bir telefon görüşmesinin illegal dinlemeleri sırasında kaydedilen “ananas,
tespih” gibi sıradan kelimeler bile aylarca bir gizli örgütün gizli şifreleri
olarak sunuldu bu ülkede. Erdoğan medyasında manşetlerde günlerce yasadışı
elmas ticaretinin ve kaçakçılığın şifreleriymiş gibi destansı manşetler atıldı.
15 aydır dış seyahatlerinde de Hizmet hareketi ve Gülen Erdoğan’ın ana konusu
oldu. Sırf bu konuda muhataplarına ait olmayan beyanları varmış gibi sunduğu
için bizzat Erdoğan defalarca Obama yönetimi ve Avrupalı muhatapları tarafından
yalanlandı. Peki Erdoğan söylediği bu açık yalanlardan dolayı hiç utandı mı? Yaptıklarından
dolayı hiç pişman oldu mu? Ne münasebet! Sadece Murathan Mungan’ın girişte
paylaştığım sözünü haklı çıkarmakla yetindi.
Elbette ki Erdoğan pervasızca
ve ahlaksızca ürettikleri bu yalanları sadece medyasında bırakmadı. Bu
yalanları aldı dolaştığı meydanlarda, çıktığı yandaş televizyon programlarında hiç
yüzü kızarmadan sürekli kullandı ve yalanlarla hedefe koyduğu masum insanların şahsiyet
ve onurları üzerinde adeta ilkel bir kabile büyücüsü gibi hoyratça tepindi. Bu
ilişki tek yönlü değildi. Kah medyasının ürettiği yalanları kendisi aldı propaganda
malzemesi olarak kullandı, kah da kendi uydurduğu akıl almaz derecedeki
ahlaksız yalanları medyası aldı manşetlerine taşıdı.
Böyle böyle yalanlarda o
kadar pervasızlaştılar ki Hizmet hareketine yakın eğitim kurumları terör örgütü
evleri gibi, öğretmenleri ve öğrencileri terörist militan gibi gösterilebildi. Tek
bir suçu olmayan insanlar terör örgütlerinden daha tehlikeliymiş gibi hedefe
konuldu. Bir insani yardım ve hayır kurumu günlerce manşetlerde yer aldıktan sonra
Bakanlar Kurulu kararıyla yardım faaliyetlerini sürdüremez hale getirilmeye
çalışıldı. Bank Asya gibi son derece başarılı ve sağlıklı bir banka Erdoğan’ın
bizzat ürettiği ve medyası tarafından köpürtülen alçakça yalanlar üzerinden iktidar
mafyası tarafından fiilen gasp edildi. TUSKON üyesi iş adamları yalan
manşetlerle hedefe konurken, sıradan vatandaşlar bir anda kendilerini “dünyayı
yöneten büyük bir gizli örgüt”ün parçası olarak televizyon ekranlarında ve
gazete manşetlerinde görür oldular.
Yalan ve ahlaksızlıkta
sınır tanımayan Erdoğan dikta rejimi ve hiçbir değer tanımayan medyası
yalanlarının ajitasyon etkisini artırmak için bizzat Erdoğan’ın kızı Sümeyye’yi
bile günlerce ve adice kullanmaktan çekinmedi. Erdoğan, bu gazetenin bir yazarıyla
birlikte CHP’nin kızı Sümeyye’ye düzenleyeceğini iddia ettiği suikast yalanından
bir baba olarak rencide olması şöyle dursun, aldı kendi kızını malzeme olarak
kullanan bu alçakça yalanı meydanlarda ve ekranlarda hiç utanmadan, hiç
arlanmadan haftalarca kullandı. Kurgu ve yalan olduğu ispatlanan bu komplo tamamen
çökmüş olsa da Erdoğan bu yalanı kullanmaya hala devam ediyor.
Dedim ya 15 ay boyunca ürettikleri irili ufaklı tüm yalanları listelesem değil bu köşeye, gazetenin tüm sayfalarına, kitaplara bile sığmaz. Ne yazık ki, adeta yalana bağımlılık kazanmışçasına yalanları arttıkça daha fazlasına ihtiyaç duydular. Daha fazla yalana ihtiyaç duydukça pervasızlıkları ve arsızlıkları daha fazla arttı. Ve nihayet iş pazartesi günü bizzat Erdoğan’ın Slovenya’ya gitmeden önce tüm kameralar karşısında ve onlarca kanaldan canlı yayın esnasında “okudum” dediği AKP seçim beyannamesini, 5 saat sonra gittiği ülkede yaptığı açıklamada yine kameralar karşısında ve onlarca kanaldan canlı yayın esnasında “okumadım” diyebileceği inanılmaz bir noktaya vardı.
Dedim ya 15 ay boyunca ürettikleri irili ufaklı tüm yalanları listelesem değil bu köşeye, gazetenin tüm sayfalarına, kitaplara bile sığmaz. Ne yazık ki, adeta yalana bağımlılık kazanmışçasına yalanları arttıkça daha fazlasına ihtiyaç duydular. Daha fazla yalana ihtiyaç duydukça pervasızlıkları ve arsızlıkları daha fazla arttı. Ve nihayet iş pazartesi günü bizzat Erdoğan’ın Slovenya’ya gitmeden önce tüm kameralar karşısında ve onlarca kanaldan canlı yayın esnasında “okudum” dediği AKP seçim beyannamesini, 5 saat sonra gittiği ülkede yaptığı açıklamada yine kameralar karşısında ve onlarca kanaldan canlı yayın esnasında “okumadım” diyebileceği inanılmaz bir noktaya vardı.
Erdoğan rejiminin üzerine
oturduğu yalanlardan sadece çok az bir kısmını anlattığım bu yazıdan sonra, siz
de takdir edersiniz ki, değerli şair Mungan’ın o çok yerinde sözü aslında ciddi
bir değişikliğe ve sağlam bir tevile muhtaç gibi. Acaba Mungan’ın “Türkiye’de
her şey olabilirsiniz ama rezil olamazsınız” sözünü “Arsız yalanlarınızla zaten
tescilli bir rezilseniz yalanlar krallığına dönüşen Türkiye’de rezil değil vezir
bile olabilirsiniz” şeklinde biraz değiştirsek mi?