11 Ocak 2015 Pazar

Sivil toplum ve “sivil toplum” taklidi


Güçler ayrılığı, hukuk devleti, basın ve özgürlüğü gibi demokrasilerin olmazsa olmazlarından biri de güçlü ve canlı bir sivil topluma sahip olmasıdır. Devletten ve hükümetten bağımsız, kendi toplumsal meşruiyetini üretebilen, toplum yararına aykırı gördüğü adımlar her nereden gelirse gelsin eleştirel bir tavır alarak karşı çıkabilen canlı bir sivil toplumun varlığı kamu iradesinin denetimi, hesap verebilirliği ve demokratik ve hukuk devletinin yozlaşmadan, zorbalığa sapmadan sürdürülebilirliği için elzemdir.
Gelişmiş demokrasilerde her çeşidiyle sivil toplumun da son derece gelişkin olduğu görülmektedir. Demokrasi ve hukuk devleti taklidi yapan anti-demokratik sistemler de sivil toplum ihtiyacına bigane kalamamaktadır. Sahih ve bağımsız sivil toplumu aslında tehdit olarak gören bu tür despotik sistemler iktidara ve güce iliştirilmiş “sivil toplum” görünümlü sahte yapılar oluşturmakta maharetleriyle bilinirler. Gelişmiş demokrasilerdeki sayı ve çeşitliliği ile yarışamayacak olsalar da bu türden anti-demokratik yapılar tamamen kendi kontrolleri altında sahte sivil toplum yapıları oluştururlar. Ya da zaten faal olan bazı yetersiz sivil toplum örgütlerini şu ya da bu yolları kullanarak sivil toplum görünümlü kendi ajanlarına dönüştürürler. Her ikisinin de örneklerini saymakla bitiremeyiz.
Oysa ki, sivil toplumculukta esas olan devletten, iktidardan bağımsızlıktır. Devletin kamuya ayrım gözetmeden hizmet üretme işlevinden çıkıp çeteleşmesine yol açacak savrulmalara karşı da gerçek sivil toplum bir emniyet sübabıdır. Sivil toplumun bu misyonunu ifade edebilmesi için devlet ve iktidardan bağımsız olmakla kalmayıp eleştirel bir mesafede durmayı başarması gerekmektedir. Sivil toplum olabilme ve kalabilme kriteri için bağımsız ve eleştirel olmanın yetmeyeceği durumlar da yok değildir. Despotluk ve otoriterliğin artma eğilimine girdiği süreçlerde sivil topluma düşen bağımsız ve eleştirel olmakla kalmayıp despotlaşan devlete, hükümete, iktidara rağmen tavır alabilmektir. Devlete ve despotik yapıların zorbalıklarına ve baskılarına rağmen tavır alamayan yapıların sivilliği, demokratlığı, özgürlükçülüğü tartışmalıdır. Aslında böyle yapıları sivil toplumdan saymak tamamen bir yanılgıdan ibarettir.
Sivil toplumdan beklenen hak, hukuk ve özgürlüklerin yanısıra halkı ilgilendiren her konuda gelecek nesillerin de haklarını koruyacak tavırlar alabilmesidir. Ancak, uygulamada bunun tam tersini yaptıkları halde kendilerini sivil toplum gibi tanıtma sahtekarlıklarıyla da sıklıkla karşılaşabiliyoruz. İşte bu durumlarda gerçek sivil toplum ile devlete/iktidara iliştirilmiş çakma sivil toplum arasındaki fark apaçık ortaya çıkıyor. Tıpkı geçtiğimiz günlerde geniş katılımlı iki tarihi bildirinin altına imza koyan yapılar arasındaki sivil toplum olma açısından ortaya çıkan devasa fark gibi.
Bunlardan ilki 5 Ocak 2015 günü, yani Meclis Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu’nun 17 Aralık 2013 yolsuzluk skandalına adı karışan 4 müstafi bakan hakkında kararını vereceği gün gazetelerde “Sivil Dayanışma Platformu” adı altında verilen ilandı. Kamu denetiminden uzak yüz milyonlarca dolar harcanarak şaibelerin ve tartışmaların odağına oturan bir görgüsüzlük abidesi niteliğindeki Ak Saray önünde fotomontajla oluşturulmuş on binlerce kişilik kalabalıkların görüldüğü bir fotoğrafın altına “Sağlam İrade” başlığı altına konulan bildiri metni, değil sivil ve demokratik, asgari insani olmaktan bile son derece uzak hoyrat bir muhtıra niteliğindeydi. Despotik gidişatın motoru niteliğindeki bir yapının talep ve koordinasyonuyla yayınlandığı belli olan bu korkunç metin, yolsuzluğa bulaşmış bakanların Yüce Divan’a sevkini engellemeyi amaçlıyor ve bu uğurda herkesin gözleri önünde Anayasa Mahkemesi’nin aşağılıyor, Meclis iradesini açıktan tehdit ediyordu. Demokrasi ve hukuk ilkelerini hatırlatmak yerine “Sağlam İrade” diye andıkları her kimse onun buyruklarına göre hareket edilmesini emredici ve tehditkar bir üslupla dile getiriliyordu.
Yolsuzlukların üzerine gidilmesi engellendiği ve dolayısıyla şüpheli bakanların yargıda aklanma şansı ellerinden alındığı halde, “Sağlam İrade” başlıklı “Sivil Dayanışma Platformu” imzalı bildiride şu dehşet verici ifadeler kullanılıyordu:
“17-25 Aralık darbe girişimlerinin adli yargıda takipsizlikle sonuçlanmasına rağmen dosyada suçlanan bakanların Yüce Divan’a gönderilme çabası, adli yargıda başarısız olan darbe girişiminin Anayasa Mahkemesi’nde sonuçlandırma çabasıdır.
Anayasa Mahkemesi aklanma yeri değildir.
Anayasa Mahkemesi bugüne kadar siyasete müdahale eden kararlarıyla vesayet rejiminin son kalıntısı olarak milletin vicdanında aklanması gereken bir yerdir.
Anayasa Mahkemesi’nden ‘Dönemin Başbakanı’ çıkarma gayretinde olan içeriden ve dışarıdan fitne odakları ile siyasi ikbal ve makamları için bu fitne odaklarıyla açık gizli ittifak yapanları ibretle takip ediyoruz.
Siyasi kariyerlerini ve kazanımlarını ‘Sağlam İrade’nin gölgesine borçlu olanların küçük hesapları ‘Büyük Türkiye’ yürüyüşünü durdurmaya yetmeyecektir”
Demokratik kültürde yeri olmayacak “Sağlam İrade” dedikleri bu kişi ya da kurum her kim veya neyse, onun adına bir araya gelip bir demokratik kurumlara muhtıra vermenin sivillikle ve sivil toplumla herhangi bir alakası olabilir mi? Asgari demokratik tepkiden, eleştirel tavırdan vazgeçtim, demokratik nezaketten bile tamamen mahrum bu yapıların sivil toplum olduğunu nasıl savunabiliriz? Altındaki imzalardan bazılarının sahte olduğu daha sonra ortaya çıkan bu bildiriyi yayınlayan grubun hakaret ve tehditlerle dolu bildirisine komisyon maalesef boyun eğmiş ve “Sağlam İrade”nin önünde diz çökmüştür.
Güzel olan şu ki, Türkiye bu türden kıymeti kendinden menkul anti-demokratik, konjonktürel ve devlete iliştirilmiş sözde sivil toplum örgütlerinden ibaret değil. Söz konusu bildiriden birkaç gün sonra bu sefer “Özgürlük ve Demokrasi Platformu” adı altında 890 sivil toplum örgütü gazetelerde ortak bir bildiri yayınladı. İki metin arasındaki üslup, duyarlılık konuları ve vizyon farkı bildiri yayınlayanlardan hangisinin gerçekten sivil toplumu temsil ettiğini hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde gösterdi. Bildiride şunlar söyleniyordu:
“Demokratik hukuk devleti ilkesi ile birlikte temel hak ve özgürlükler, toplumsal barışın esaslarını oluşturur. Hiçbir siyasi gerekçe, hiçbir konjonktürel sebep, bu haklardan ve hukuk devleti ilkesinden vazgeçmeyi, sapmayı maruz gösteremez.
Anayasa Mahkemesi'nin ifade ettiği şekliyle 'kişilerin devlete güven duymaları, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri, ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğün sağlandığı bir hukuk düzeninde gerçekleşebilir' Bu açıdan özgürlüklerden ve hukuk devletinden vazgeçmek geriye gitmektir, fakirleşmektir, toplumsal barışın bozulması demektir. Kamu düzeni özgürlüklerin geliştiği yerlerde değil, keyfi biçimde kısıtlandığı, hukukun uygulanmadığı yerlerde çok daha fazla zarar görür. Demokrasi yolculuğu 100 yılı aşkın bir süredir devam eden, Avrupa Birliği vizyonunu benimsediğini dünyaya deklare eden Türkiye, hedeflediği noktadan asla geriye döndürülmemelidir. Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün vatandaşları, dünyanın gelişmiş ülkelerinde yaşayan insanların sahip olduğu hak ve özgürlüklere sahip olmalıdır.
Hiçbir siyasi, kişisel ya da grupsal hesap, menfaat, hırs, angajman, bireylerin sahip olduğu temel hakların alınmasını mazur gösteremez. Demokrasi ve hukuk üzerinde kurulmak istenen hiçbir vesayet kabul edilemez. Hukuku zayıflatmak, Devleti ve Milleti zayıflatmak anlamına gelir.
Demokratik hukuk devleti ilkelerinden bir an için bile olsa taviz vermek, ülkemizin on yıllar boyu ödeyeceği bedelleri beraberinde getirecektir. Hukuk devleti ilkesinin ve demokrasi anlayışının her gün örselendiği ülkemizi yönetme konumunda bulunanları buradan uyarıyoruz. Özgürlük ve Demokrasi Platformu çatısı altında bir araya gelen 890 sivil toplum kuruluşu olarak taleplerimiz şunlardır:
- Ülkemizde özgürlüklerin kısıtlanması yönündeki tüm engeller bir an önce kaldırılmalıdır.
- Ülkemizde sosyal barışı zedeleyen saldırgan ve kutuplaştırıcı siyasi üsluptan derhal vazgeçilmelidir.
- Ülkemizde ekonomik üretimi, toplumsal barışı ve özgür düşünce ortamını zayıflatacak her türlü yasal düzenlemeye son verilmelidir.
Bizler, Türkiye'nin dört bir köşesinden bir araya gelen sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri olarak, halkımızı ve ülkemizi yönetenlere, temel hak ve özgürlüklerle demokratik hukuk devleti ilkelerine sahip çıkmaya çağırıyoruz. Çünkü, özgürlük ve demokrasi olmazsa ekonomi de iyi işlemez. Özgürlük ve demokrasi olmazsa toplumsal barış da olmaz. Üreten ekonomi için, kalıcı toplumsal barış için; önce demokrasi önce hukuk devleti.”
“Sağlam İrade”nin emrindeki çakma “sivil toplum” ve hakiki sivil toplumun bir kesiminin yayınladıkları bildiriler işte yan yana! Peki sizin tercihiniz hangisinden yana?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder