29 Ekim 2014 Çarşamba

Türkiye’de medya ve demokrasi



Basın ve ifade özgürlüğü demokrasilerin şaşmaz bir barometresi niteliğindedir. Bir ülkenin gerçek bir demokrasiye ve işleyen bir hukuk devletine sahip olup olmadığını anlamak için ilk bakmanız gereken şey o ülkede basının ne kadar özgür olduğu, insanların ifade özgürlüğü konusunda kendilerini ne kadar rahat hissettikleri olmalıdır.
Tüm organları ve kurumları baskı altına alınmış bir ülkede bile şayet medya hala işlevini yerine getirebilecek kadar özgürse o ülkenin demokratik hukuk devleti vasıflarını yeniden kazanabileceği konusunda umutlarınızı koruyabilirsiniz. Medyanın, demokratik hukuk devletini oluşturan güçler ayrılığı sisteminde yürütme, yargı ve yasama erklerini kamu adına denetleme görevini yerine getireceğinden emin olabilirsiniz.
Medya bu denetimi elbette ki kendinden menkul bir güçle değil, toplumu bilgilendirme ve bilinçlendirme yoluyla duyarlılık ve gündem oluşturarak gerçekleştirecektir. Böylece demokratik hukuk devletinden her irili ufaklı sapmayı halkın fark etmesini sağlayacak ve işleri yeniden rayına oturtmasına imkan verecektir. Bu hayati rolünden dolayı medya, gelişmiş çoğulcu demokrasilerde 4. kuvvet olarak tanımlanır ve sistem içerisindeki saygın yerini alır.
Bir ülkedeki basın özgürlüğünün durumu o ülkenin demokrasisinin barometresi niteliğinde olduğu gibi tersi de doğrudur. Şayet bir ülkenin medyası özgür değilse, gazetecileri baskı altındaysa ya da medya organları ve gazeteciler iktidar odaklarıyla olması gereken eleştirel mesafelerini kaybetmişlerse o ülkede hakiki bir demokrasiden bahsetmek de imkansız hale gelir. Hele hele demokrasi ve demokratik hukukun evrensel ilkelerinden sapan despotlaşmış bir rejim yürüttüğü toplum mühendisliğinin en temel araçlarından biri olarak gördüğü medyaya yönelik bir medya mühendisliği çabası içerisine girmişse orada ne demokrasiden ne de basın özgürlüğünden söz etmenin imkanı kalır.
Basın özgürlüğü özü itibariyle muktedirin ve müsaade ettiklerinin söz hakkını diledikleri gibi kullanmalarından ibaret değildir. Rejimin karakteri ister demokrasi, ister monarşi, isterse de diktatörlük olsun tüm rejimlerde muktedir olanlar zaten rahatlıkla konuşma lüksüne sahiptir. Bu yüzden basın ve ifade özgürlüğünü ölçen hassas terazi ancak muhaliflerin ve etnik, dini, kültürel veya siyasi azınlıkların özgürlüklerinin başladığı yerde çalışmaya başlar. Bu yüzden basın ve ifade özgürlüğü toplumdaki en küçük azınlığın kendisini ifade edebilme özgürlüğü ile ölçülür.
Türkiye’deki gibi baskıcı bir iktidarın makro ve mikro seviyelerde her türlü medya mühendisliğine pervasızca soyunduğu ülkelerde medya organlarının çokluğu da asla ve asla yanıltıcı olmamalıdır. Çünkü demokratik dünyada basın özgürlüğü medya sektöründeki yayın organlarının çokluğuyla ilgili bir konu değil, çoğulculuğuyla ilgili bir konudur. Çoğulculuğun, çok sesliliğin ve çok renkliliğin olmadığı bir medya ortamının özgür bir medya ortamı olduğu iddia bile edilemez.
İktidarın çizgisinde veya iktidarı destekleyen bir çizgide dilediğince yayın yapmak, gazete yayınlamak ve fikirleri ifade etmek de basın ve ifade özgürlüğüne dair bir konu değildir. Medyanın denetim ve eleştiri rolünü bir kenara bırakarak muktedirin çizgisinde dilediğince yayın yapmak bir özgürlük göstergesi olmadığı gibi bunlar gazetecilik mesleğinden ziyade halkla ilişkiler, PR ve propagandanın alanına girer. Gazetecilik özü itibariyle bir eleştiri ve kamu adına ortak iyiyi arama mesleğidir. Bu fonksiyonlarını yerine getiremeyen her sözde medya organı medya olma vasfını fazlasıyla yitirir.
Demokratik ve çoğulcu bir medya atmosferinde elbette ki iktidarın izlediği politikaları ve fikirleri savunacak medya organları ve gazeteciler de olacaktır. Ancak en küçük, en marjinal muhalif medya kurumu ya da gazeteciler şayet iktidara yakın medya ve mensupları kadar kendilerini güvende hissedemiyorsa orada demokrasiden de medya özgürlüğünden de söz etmek mümkün olamaz. Bu yüzden ABD ve İngiltere gibi demokrasilerde, bütün demokratik hassasiyetlerin ötesinde basın özgürlüğüne büyük önem atfedilmekte, basın ve ifade özgürlüğü güçlü hukuksal araçların teminatı altına alınmaktadır.
Bizim gibi gerçek bir demokratik hukuk devleti olabilme yolunda inişli çıkışlı bir serüven yaşayan, kah ileri adımlar atan, kah attığı adımların 30 yıl gerisine düşen kafası karışık ülkelerde maalesef gerçek anlamda ne bir demokrasiden, ne bir hukuk devletinden bahsedilemeyeceği gibi basın özgürlüğünden de asla bahsedilemez. Şayet bir ülkede anaakım medyanın tamamı gerek havuçla, gerekse sopayla hükümetin denetimi altına alınmışsa orada basın özgürlüğünden bahsetmek mümkün olmadığı gibi demokrasi ve hukuk devletinden de bahsetmek mümkün olamaz.
150 yılı aşan demokratikleşme serüvenine rağmen ne yazık ki hiçbir zaman gerçek bir demokrasi ve hukuk devleti olmayı başaramayan Türkiye, bu konuda bazı dönemler iyileşmeler, bazı dönemler ise geriye gidişler yaşamıştır. Medya özgürlükleri bütün bu iniş ve çıkışlarda demokratik ve hukuki standartların yükseliş ve düşüşüne paralel bir yol izlemiştir. 2002’den bu yana ülkeyi yöneten Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP’si de bu genel seyre uygun bir yol izlemiştir.
Erdoğan ve AKP askeri vesayet yapısının oluşturduğu kırılganlık altında geçirdiği iktidarının ilk 10 yılında ciddi bir demokratikleştirici rol oynamıştır. Ancak gerçekten muktedir olduğunu düşündüğü 2011 seçimleri sonrasındaki dönemde tüm evrensel demokratik ilke ve kriterleri yok sayan ülkenin geleceği adına dehşet verici bir yola sapmıştır. Bu sapmanın en belirgin tezahürleri ise kendisini medya sektöründe ve basın özgürlüğü alanında göstermiştir.
2002-2011 yılları arasında Türkiye, reform ve demokratikleşme çabalarıyla, hak ve özgürlük standartlarının yükseltilmesiyle, başta Avrupa Birliği olmak üzere dünyanın demokratik kısmı ile olan ilişkilerini geliştirme girişimleri ile tanınmıştır. Ancak Erdoğan’ın seçmenlerin yüzde 50’sinin oyunu aldığı 2011 seçimleri sonrası bu durum tamamen değişmiş ve Türkiye demokratikleşme sürecinden saparak tam tersi bir istikamete yönelmiştir. Bu yeni dönemde güçler ayrılığı sistemi ciddi şekilde aşındırılmış, yasama neredeyse tümüyle yürütmenin emri altın alınmış, Sayıştay gibi denetim mekanizmaları tamamen devre dışı bırakılmış ve yargı üzerinde muazzam bir baskı kurulmaya çalışılmıştır. Aynı dönemde eğitim politikalarındaki dayatmacı uygulamalarla Erdoğan’ın anladığı anlamda bir dindar toplum oluşturmak üzere toplum mühendisliğine soyunulmuş ve bu çaba girişilen medya mühendisliği ile desteklenmiştir.
Geldiğimiz vahim noktada bugün Türkiye’de şayet çok izlenen, çok okunan, tecrübeli, cesur ve etkili bir basın mensubuysanız ciddi bir tehdit altındasınız demektir. Zaten bugün Türkiye’de Erdoğan ve çevresindekilerin gerek el koyma, gerek satın alma, gerek kurdurma, gerekse var olanı vergi cezalarıyla sindirme ya da patronları karlı kamu ihaleleriyle ödüllendirerek kendi yanına çekme taktikleriyle çok azı dışında bağımsız bir medyadan bahsetmenin imkanı da kalmamıştır.
Hala var olmaya çalışarak bağımsız ve özgür yayıncılık yapma cesaretini gösteren medya organları ve gazeteciler ise her türlü hukuki, mali ve fiziki tehdidi göze almak pahasına işlerini yapmaya çaba harcamaktadırlar. Bu türden gazete, televizyon ve gazetecilerin varlığı yanıltıcı olmamalıdır. Yaptığınız işin her türden bedeli peşinen ödemeyi göze aldığınız müddetçe her yerde gazeteciliği özgürce(!) yapabilir ve sonuçlarına katlanırsınız.
Gerçek şu ki bugün Türkiye’de gazeteciler işlerini kaybetmekte, gazete ve televizyonlara devlet organları üzerinden el konularak bu kurumlar yandaş iş adamlarına peşkeş çekilmekte, kamu yayını yapan kurumların hükümetin propaganda borazanı haline getirilmesi yetmiyormuş gibi kamu imkanları kullanılarak medyanın neredeyse tamamı tek sesli bir hükümet medyası haline getirilmektedir.
Bunun dışında kalmakta direnen medya şirketleri ise mali açıdan sıkıştırılmakta, satışları engellenmeye çalışılmakta ve bu medya organlarına reklam veren şirketler hükümet çevrelerince tehdit edilmektedir. Tek tek gazeteciler ise artık rutine binen korkunç karakter suikastlerine ve sistematik linç kampanyalarına hedef olmaktadırlar. Öte yandan, medyanın denetim işlevine ve eleştiri hakkına sadece nispeten daha marjinal yayın organlarında müsaade edilerek, bu işlevlerinin tesirsiz bir hal alması amaçlanmaktadır.
Aslında 2013 Haziran’ında yaşanan Gezi Parkı protestoları ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük yolsuzluk skandalının ortaya çıktığı 17 ve 25 Aralık 2013 tarihinden bu yana medyada yaşananlar ülkemizdeki basın özgürlüğünün ve dolayısıyla Türk demokrasisinin içler acısı durumunu gözler önüne sermeye yeter.
Gezi eylemleri sonrası artan baskıların sonucu 94 gazeteci işten çıkarılmış, 37 gazeteci ise istifa etmeye zorlanmıştır. Yolsuzluk skandalının ortaya çıkması sonrası ise, sadece 2014 yılının ilk yarısında 981 basın mensubu işten çıkartılmıştır. 56 basın mensubu ise çeşitli baskılar nedeniyle istifa etmeyi tercih etmiştir. Erdoğan hükümetinin Türkiye’nin en büyük barışçıl sivil toplum hareketi olan Hizmet Hareketi'ne karşı başlattığı 'cadı avı' da özellikle yandaş medyada işten çıkarmaların önemli bir nedeni olmuştur. Sadece bu yılın Nisan ayı içerisinde en az 210 gazeteci işsiz kalmıştır.
Halen Taraf, Zaman, Today's Zaman, Cumhuriyet, Cihan Haber Ajansı ve Samanyolu TV, Bugün ve bir dizi diğer muhalif medya sürekli olarak hükümetin baskılarına muhatap olmakta, çeşitli yöntemlerle haber almaları engellenmektedir. Hükümetin uyguladığı baskı en tepedeki patrondan sahada görev yapan muhabire kadar hissedilmektedir. Öte yandan, AKP iktidarı bir taraftan havuç ve sopa politikası ile mevcut medya kurumlarını şekillendirirken, bir taraftan da güdümündeki iş adamları eliyle emir komuta ile çalışan kendi medyasını kurmayı başarmıştır. Objektif kamu yayıncılığı yapması gerekirken fiilen iktidar partisinin propaganda bültenine dönüştürülen TRT ve AA da dahil edildiğinde hükümet medyası bugün Türk medyasının ağırlıklı bir kısmını oluşturur hale gelmiştir.
Dikkat çekici bu vahim durum sık sık uluslararası insan hakları ve gazetecilik örgütlerinin raporlarına yansımaktadır. Bu bağlamda Freedom House son raporunda Türkiye’yi basın özgürlüğü açısından “özgür olmayan ülke” kategorisine alırken, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü değerlendirmeye aldığı 180 ülke arasında Türkiye’yi 154. sıraya yerleştirmiştir.
Türkiye artık maalesef özgür ve bağımsız medyanın iyice can çekiştiği, objektif ve tecrübeli gazetecilerin işlerinden edildiği can çekişmekte olan bir demokrasi durumuna gelmiştir. Tabii bu kadar baskıya, medya mühendisliği çabalarına, tehdide ve sansüre hedef olan bir medyanın bulunduğu ülkeye hala demokrasi denilebilirse…

For English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes/media-and-democracy-in-turkey_362891.html#





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder