Kapımızın
eşiğinde artık fiilen savaş çanları çalıyor. Bu ürkütücü savaş çanları ve alarm
zillerinin seslerini duymamak ve yaşanması muhtemel felaketler karşısında dehşete
düşmemek için tam bir sağır ve kör olmak gerekiyor. Ferasetin bu toprakları
iyice terk etmesinden midir yoksa hükümete iliştirilmiş (embeded) onlarca medya
kanalından halkın üzerine boca edilen yalan-yanlış kara propagandanın etkisiyle
oluşan efsunlanma ve ilizyondan mıdır bilmiyorum ama savaş çanları ve alarm
zilleri bile belli ki milletin kulaklarına rahat ve huzur içerisinde uyumasını
telkin eden dingin birer ninni gibi geliyor.
Hemen hükümete
haksızlık etmeyip, hakkını teslim edelim… “Suriye iç işimizdir!”, “Ortadoğu’nun
sahibi biziz!”, “Ortadoğu’da düzen kurucuyuz!”, “Esed günler olmasa da haftalar
içinde ya gidecek, ya gidecek!” diyen bir siyasi iktidar istikrarsız ve dikiş
tutmayan Ortadoğu’da düzen kurucu olmayı belki başaramadı ama Suriye’deki, Irak’taki
kanlı kaosu Türkiye’nin üzerine karabasan gibi çöken ciddi bir iç sorun haline
getirmeyi bilhakkın başardı. Suriye aynen hükümetin dediği gibi gün be gün Türkiye’nin
bir "iç sorunu" haline geldi.
Değişen tüm
bölgesel ve uluslararası şartlara rağmen dış politika dümenini “Esed gitmeli”ye kitleyen basiret ve ferasetten nasipsiz bu “derinlik”li
strateji, diplomasi gibi bir soğukkanlı manevralar ve akılcı hamleler alanını tamamen adeta ergen gençlerin kendini ispat triplerine benzer iştihası bol triplere mahkum etti. Maceraperest karar
vericilerin elinde dingin reel politik yerini doyumsuz bir şahsın veya bir zümrenin
dalgalı ihtiraslar okyanusunda sörf yapan fırtınalı hislerine, kurumsallaşması
gereken ulusal menfaatler ise yerini kişisel hırsların bencil körlüğüne bıraktı.
Gerçekçi yaklaşımları gündeme taşımaya çalışanlar ise “küçük Türkiye lobisi”, “eski
Türkiye kalıntısı” diye aşağılandı, durdu.
Muhterislerin
gürültücü şamataları güçlendikçe sesi kısılarak işitilmez hale gelen ortak
aklın, giderek silinmesine ya da küllenmesine iyice umut bağlanan toplumsal hafızanın
ve ulusal tecrübenin yerini hızla içi boş ve temelsiz güç gösterileri, buram
buram kof kabadayılık kokan efelenmeler ve çoğu yalan azı gerçek kahramanlık
propagandaları aldı. Bir zamanlar eski AKP kadroları liderliğinde bölgesine huzur
ve istikrar ihraç eden Türkiye neredeyse kayboldu, yerine kendi kara propagandasının
etkisiyle gün geçtikçe daha fazla abarttığı güç algısının sarhoşluğuna yine kendisini
kaptıran, dahası o algısal güce meftun olan aynı siyasi tayfa tarafından
sonu belirsiz bir maceranın eşiğine sürüklenen bir Türkiye geldi.
Bir küresel
harekete dönüşen Hizmet Hareketi’nin fikir önderi Fethullah Gülen Hocaefendi’nin son
açıklamalarında isabetle üzerinde durduğu gibi Türkiye’yi hoyratça yöneten bu
kadro maalesef maceraperest duygularını ve doyumsuz güç ihtiraslarını tatmin için hesapsız
hareketleriyle koskoca Osmanlı Devleti’ni yokluğa mahkum eden İtihatçıları, her
geçen gün daha fazla hatırlatır hale geldiler.
Bu noktada Hocaefendi'nin şu
endişe ve temennilerine katılmamak ne mümkün: “İttihatçıların koskocaman bir Devlet-i Aliyye’yi, hislerine mağlup
olarak, bir maceraya kurban ettikleri gibi, şurada burada savaşa girmek
suretiyle bu millete bir kere daha Birinci Cihan Harbi yaşatmasınlar. Onlar
Osmanlı’yı bitirdiler, devletler muvazenesinde muazzam bir devleti bitirdiler. Çevresinden
kopmuş, çevresi kendisi için problemler sarmalı haline gelmiş, böylesine
minnacık bir devleti, nüfusu çoğalsa bile bir şey yapamayan, eli kolu bağlı, zavallı, dediği her şeyde
yanılan insanların elinde Cenab-ı Hakk bir kere daha maceraya kurban etmesin… Cenab-ı
Hakk aklı ermezlere bu milleti emanet etmesin…”
Ülkeyi top yekün zenginleştirmekten ve güçlendirmekten iyice vazgeçip, ülkede
var olan tüm güç unsurlarını tek elde toplamak suretiyle egosentrik bir güç
temerküzüne ve güçleri tek elde toplamaya yönelen iktidar anlayışı maalesef
karar alma süreçlerini sağlıklı bir zeminden keyfi ve keyfe keder bir zemine
kaydırıverdi. Bir düşünün hele, şayet hükümetin tüm kararları Türkiye’de olduğu
gibi dünyanın tüm felaket ve mağduriyet bölgelerine en hızlı şekilde yardım
elini uzatan Kimse Yok Mu’yu felç etmeyi amaçlayan son
Bakanlar Kurulu kararı gibi alınıyorsa Allah bu milleti, bu muhteris neo-İttihatçıların
feraset ve basiretten uzak macera ve güç arayışlarından korusun!
Malumunuz
olduğu üzere Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Bakanlar Kurulu’nun Kimse Yok Mu
kararı ile ilgili “yok öyle bir şey” anlamında “duymadım, görmedim” açıklaması
yapmış ve hemen sonrasında ilgili kararın altında kendi imzası çıkınca herkesi
şaşırtmıştı. Ama bu çelişkili duruma hiçbir şaşırma emaresi göstermeyen Arınç’ın
pişkin tavrı insanları daha da şoke etmişti. Henüz bir hafta önce imzaladığı
kararla ilgili 30 Eylül’de canlı yayında “İmzalandığını
duymadım” diye açıktan yalan söyleyen Arınç, bu yalanını örtmek için bu
sefer skandal bir savunma yapmak zorunda kalmıştı: “Kimse Yok Mu kararının altına imza atarken
‘Ne oldu yav? Neden oluyor? Niçin oluyor diye 10 saat düşünecek değilim... Kararın
başını okuruz tabii ama üzerinde durmayız… Kimse Yok Mu’yu mu düşüneceğim, onu
sen düşün…”
Farkında
mısınız bilmem ama kabine üyelerinin bile altına imza attıkları metni okumaktan
aciz olduğu bir hükümet, Parlamento’da kişiliklerini fiilen tekeline alarak kaldır-indir
birer parmakmatiğe çevirdiği milletvekili çoğunluğuna dayanarak geçirdiği tezkereler
ile Türkiye’yi adım adım savaşa götürüyor. Almanya, İngiltere, ABD gizli
servislerinin yıllar süren dinlemeleri sonucu tüm sırlarını ve dolayısıyla
yakalarını bu ülkelere kaptırmış olan bir siyasi iktidar güruhu, Türkiye’yi onlarca yıl
belini doğrultamayacak bir felakete sürüklüyor.
“Esed gitsin
de nasıl giderse gitsin” stratejisinin(!) kaçınılmaz taktik adımları gereği
sahada bulduğu her Esed karşıtı unsura dört elle sarılan bir siyaset güruhunun,
hangi radikal örgütlerle nasıl bir ilişki içerisinde olduğunu en iyi kendileri
ve elbette ki adım adım izleyenler biliyor. Bizim bilmediğimiz ama her iki tarafın da
bildiği o tahmini zor olmayan sırlar Türkiye’yi tamamen esir almış durumda. Bu
zoraki esarete, hırs körlüğünün verdiği kof cesareti de ekleseniz Türkiye’nin
nasıl bir hezimete doğru koşar adım yol aldığını görmeniz zor olmayacaktır.
Bu hırs
körlüğü Filistin’de, Libya’da, Mısır’da, Irak’ta ve Suriye’de, Balkanlarda,
Avrupa’da ve diğer coğrafyalarda Türkiye’nin etkinliğini sıfırlayan ve
irili-ufaklı hezimetler tattıran körlüğün ta kendisidir. Verecekleri kararlar
neticesinde muhtemelen akacak Mehmetçiklerin kanı üzerinden "büyük güç" hayalleri
gören bu kifayetsiz muhterislerin sebep olacağı kayıpların hesabının da er geç sorulduğunu tarih mutlaka kaydedecektir.
For English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes/a-nation-fast-asleep-amid-war-cries_360933.html
For English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes/a-nation-fast-asleep-amid-war-cries_360933.html
Allah (cc) sonumuzu hayreylesin.
YanıtlaSil