7 Ekim 2014 Salı

Savaş çanları eşliğinde derin uykuda bir millet


Kapımızın eşiğinde artık fiilen savaş çanları çalıyor. Bu ürkütücü savaş çanları ve alarm zillerinin seslerini duymamak ve yaşanması muhtemel felaketler karşısında dehşete düşmemek için tam bir sağır ve kör olmak gerekiyor. Ferasetin bu toprakları iyice terk etmesinden midir yoksa hükümete iliştirilmiş (embeded) onlarca medya kanalından halkın üzerine boca edilen yalan-yanlış kara propagandanın etkisiyle oluşan efsunlanma ve ilizyondan mıdır bilmiyorum ama savaş çanları ve alarm zilleri bile belli ki milletin kulaklarına rahat ve huzur içerisinde uyumasını telkin eden dingin birer ninni gibi geliyor.
Hemen hükümete haksızlık etmeyip, hakkını teslim edelim… “Suriye iç işimizdir!”, “Ortadoğu’nun sahibi biziz!”, “Ortadoğu’da düzen kurucuyuz!”, “Esed günler olmasa da haftalar içinde ya gidecek, ya gidecek!” diyen bir siyasi iktidar istikrarsız ve dikiş tutmayan Ortadoğu’da düzen kurucu olmayı belki başaramadı ama Suriye’deki, Irak’taki kanlı kaosu Türkiye’nin üzerine karabasan gibi çöken ciddi bir iç sorun haline getirmeyi bilhakkın başardı. Suriye aynen hükümetin dediği gibi gün be gün Türkiye’nin bir "iç sorunu" haline geldi.
Değişen tüm bölgesel ve uluslararası şartlara rağmen dış politika dümenini “Esed gitmeli”ye kitleyen basiret ve ferasetten nasipsiz bu “derinlik”li strateji, diplomasi gibi bir soğukkanlı manevralar ve akılcı hamleler alanını tamamen adeta ergen gençlerin kendini ispat triplerine benzer iştihası bol triplere mahkum etti. Maceraperest karar vericilerin elinde dingin reel politik yerini doyumsuz bir şahsın veya bir zümrenin dalgalı ihtiraslar okyanusunda sörf yapan fırtınalı hislerine, kurumsallaşması gereken ulusal menfaatler ise yerini kişisel hırsların bencil körlüğüne bıraktı. Gerçekçi yaklaşımları gündeme taşımaya çalışanlar ise “küçük Türkiye lobisi”, “eski Türkiye kalıntısı” diye aşağılandı, durdu.
Muhterislerin gürültücü şamataları güçlendikçe sesi kısılarak işitilmez hale gelen ortak aklın, giderek silinmesine ya da küllenmesine iyice umut bağlanan toplumsal hafızanın ve ulusal tecrübenin yerini hızla içi boş ve temelsiz güç gösterileri, buram buram kof kabadayılık kokan efelenmeler ve çoğu yalan azı gerçek kahramanlık propagandaları aldı. Bir zamanlar eski AKP kadroları liderliğinde bölgesine huzur ve istikrar ihraç eden Türkiye neredeyse kayboldu, yerine kendi kara propagandasının etkisiyle gün geçtikçe daha fazla abarttığı güç algısının sarhoşluğuna yine kendisini kaptıran, dahası o algısal güce meftun olan aynı siyasi tayfa tarafından sonu belirsiz bir maceranın eşiğine sürüklenen bir Türkiye geldi.
Bir küresel harekete dönüşen Hizmet Hareketi’nin fikir önderi Fethullah Gülen Hocaefendi’nin son açıklamalarında isabetle üzerinde durduğu gibi Türkiye’yi hoyratça yöneten bu kadro maalesef maceraperest duygularını ve doyumsuz güç ihtiraslarını tatmin için hesapsız hareketleriyle koskoca Osmanlı Devleti’ni yokluğa mahkum eden İtihatçıları, her geçen gün daha fazla hatırlatır hale geldiler.
Bu noktada Hocaefendi'nin şu endişe ve temennilerine katılmamak ne mümkün: “İttihatçıların koskocaman bir Devlet-i Aliyye’yi, hislerine mağlup olarak, bir maceraya kurban ettikleri gibi, şurada burada savaşa girmek suretiyle bu millete bir kere daha Birinci Cihan Harbi yaşatmasınlar. Onlar Osmanlı’yı bitirdiler, devletler muvazenesinde muazzam bir devleti bitirdiler. Çevresinden kopmuş, çevresi kendisi için problemler sarmalı haline gelmiş, böylesine minnacık bir devleti, nüfusu çoğalsa bile bir şey yapamayan, eli kolu bağlı, zavallı, dediği her şeyde yanılan insanların elinde Cenab-ı Hakk bir kere daha maceraya kurban etmesin… Cenab-ı Hakk aklı ermezlere bu milleti emanet etmesin…” 
Ülkeyi top yekün zenginleştirmekten ve güçlendirmekten iyice vazgeçip, ülkede var olan tüm güç unsurlarını tek elde toplamak suretiyle egosentrik bir güç temerküzüne ve güçleri tek elde toplamaya yönelen iktidar anlayışı maalesef karar alma süreçlerini sağlıklı bir zeminden keyfi ve keyfe keder bir zemine kaydırıverdi. Bir düşünün hele, şayet hükümetin tüm kararları Türkiye’de olduğu gibi dünyanın tüm felaket ve mağduriyet bölgelerine en hızlı şekilde yardım elini uzatan Kimse Yok Mu’yu felç etmeyi amaçlayan son Bakanlar Kurulu kararı gibi alınıyorsa Allah bu milleti, bu muhteris neo-İttihatçıların feraset ve basiretten uzak macera ve güç arayışlarından korusun!
Malumunuz olduğu üzere Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Bakanlar Kurulu’nun Kimse Yok Mu kararı ile ilgili “yok öyle bir şey” anlamında “duymadım, görmedim” açıklaması yapmış ve hemen sonrasında ilgili kararın altında kendi imzası çıkınca herkesi şaşırtmıştı. Ama bu çelişkili duruma hiçbir şaşırma emaresi göstermeyen Arınç’ın pişkin tavrı insanları daha da şoke etmişti. Henüz bir hafta önce imzaladığı kararla ilgili 30 Eylül’de canlı yayında “İmzalandığını duymadım” diye açıktan yalan söyleyen Arınç, bu yalanını örtmek için bu sefer skandal bir savunma yapmak zorunda kalmıştı: “Kimse Yok Mu kararının altına imza atarken ‘Ne oldu yav? Neden oluyor? Niçin oluyor diye 10 saat düşünecek değilim... Kararın başını okuruz tabii ama üzerinde durmayız… Kimse Yok Mu’yu mu düşüneceğim, onu sen düşün…”   
Farkında mısınız bilmem ama kabine üyelerinin bile altına imza attıkları metni okumaktan aciz olduğu bir hükümet, Parlamento’da kişiliklerini fiilen tekeline alarak kaldır-indir birer parmakmatiğe çevirdiği milletvekili çoğunluğuna dayanarak geçirdiği tezkereler ile Türkiye’yi adım adım savaşa götürüyor. Almanya, İngiltere, ABD gizli servislerinin yıllar süren dinlemeleri sonucu tüm sırlarını ve dolayısıyla yakalarını bu ülkelere kaptırmış olan bir siyasi iktidar güruhu, Türkiye’yi onlarca yıl belini doğrultamayacak bir felakete sürüklüyor.
“Esed gitsin de nasıl giderse gitsin” stratejisinin(!) kaçınılmaz taktik adımları gereği sahada bulduğu her Esed karşıtı unsura dört elle sarılan bir siyaset güruhunun, hangi radikal örgütlerle nasıl bir ilişki içerisinde olduğunu en iyi kendileri ve elbette ki adım adım izleyenler biliyor. Bizim bilmediğimiz ama her iki tarafın da bildiği o tahmini zor olmayan sırlar Türkiye’yi tamamen esir almış durumda. Bu zoraki esarete, hırs körlüğünün verdiği kof cesareti de ekleseniz Türkiye’nin nasıl bir hezimete doğru koşar adım yol aldığını görmeniz zor olmayacaktır.
Bu hırs körlüğü Filistin’de, Libya’da, Mısır’da, Irak’ta ve Suriye’de, Balkanlarda, Avrupa’da ve diğer coğrafyalarda Türkiye’nin etkinliğini sıfırlayan ve irili-ufaklı hezimetler tattıran körlüğün ta kendisidir. Verecekleri kararlar neticesinde muhtemelen akacak Mehmetçiklerin kanı üzerinden "büyük güç" hayalleri gören bu kifayetsiz muhterislerin sebep olacağı kayıpların hesabının da er geç sorulduğunu tarih mutlaka kaydedecektir.  

For English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes/a-nation-fast-asleep-amid-war-cries_360933.html

1 yorum: