22 Mayıs 2014 Perşembe

Sorumlu bakanlar artık yok hükmündedir



13 Mayıs 2014 günü, yani tam 10 gün önce, Soma’daki bir kömür madeninde resmi rakamlara göre 301 madenci hayatını kaybetti. Türkiye tam 10 gündür bu acıya ağlıyor. Türkiye tam 10 gündür yas tutuyor… Çocuklarının son derece mütevazi rızkını en zor yoldan kazanmak zorunda kalan madencilerin yürek parçalayıcı hikayeleri tam 10 gündür Türk medyasının ve yabancı medyanın manşetlerinde, ekranlarında yer alıyor. Tam 10 gündür insanların yaşam hakkını, insan olmaktan gelen değerlerini hiçe sayarak bu acıya sebep olanlar konuşuluyor. Tam 10 gündür daha fazla üretim ve daha fazla para kazanma hırsının sonuçları ve hükümetin gerekli tedbirleri almaktaki başarısızlıkları eleştiriliyor.
Tam 10 gündür, fazla dile getirilemese de, bu katliama yol açanın aslında madenleri doğrudan Başbakan’a bağlayan çarpık sistemin ve bizzat hükümetin kendisi olduğu da biliniyor. Kömürün ton maliyetini 140 dolardan 28 dolara düşüren rödevans adı verilen taşeronluk sistemi neticede Erdoğan hükümetinin bir buluşu. Bu sistem sayesinde kömürün maliyeti 5 kat düşerken, kömür üretimi de 5 kat artmış. Elbette ki herkes memnun kalmış bu sonuçtan. Maliyetin nasıl 5’te 1’e düşürüldüğü, üretimin nasıl olup da 5’te 1 düşen maliyete rağmen 5 kat artabildiği kimsenin umurunda olmamış. Raporlarda kömürün ton hesabı artmış, kar hesabı artmış, bilançolar adeta çiçek açmış…
Kömür nefes alıp, kömür nefes veren madenciler kaza kaza yerin derinliklerine doğru indikçe, sömürdüğü emek sayesinde ucuza çıkardığı kömürün karıyla İstanbul’da inşa ettiği milyon dolarlık daireleri gökdelen olup kıvrıla kıvrıla gökyüzüne doğru yükselen Soma Holding müthiş memnun olmuş. Enerji Bakanı ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız da elbet bu saadetten nasibini almış. Daha birkaç ay önce “mükemmel tesisler” olarak tanımladığı maden sayesinde mükemmel bir başarı yakaladığı duygusuna kapılmış. Kabinedeki tek değer ölçüsü haline gelen Başbakan Erdoğan’ın gözündeki yerini güçlendirmiş. Muhtemeldir ki her şeye oy hesabı ve daha güçlü iktidar sermayesi olarak bakan Başbakan Erdoğan’ı da, oylarına tahvil edilmek üzere fakir kesimlere bedava dağıtılacak binlerce ton kömürü ucuza kapatmanın coşkun hazzı kaplamıştır.
Elbette ki, bu mutlu-mesut tablonun nasıl oluştuğu hiç kimsenin umurunda olmamış. Olsa da sadece kağıt üzerinde yapılan ve sadece kağıt üzerinde kalan “mükemmel düzenlemeler” şeklinde olmuş. Bu düzenlemeler madenci dışında ilgili herkesi mesut ve bahtiyar eden birer ölüm kuyularına dönüşen kömür madenlerinin kapısından ise hiç girememiş. Belli ki, şirketin iş güvenlik yetkilileri işçi güvenliğinden ziyade patronun memnuniyetini öncelemiş. İnsan öğüterek modern köleliği müesseseleştiren rödevans sisteminin çarklarının daha da randımanlı çalışmasını sağlayan yağ ise denetmen bürokratların marifetiyle devşirilmiş. İddialar doğruysa madene inme zahmetinde bulunmayan resmi denetmenler denetim raporlarını hatırlı iş/ev sahiplerinin iştah kabartan yemek sofralarında düzenlemiş, imzalamış.
 Oysa kapkara madenlerde olup bitenler hiç de zengin sofralarında hazırlanan pespembe denetim raporları gibi de, siyaset tüccarlarını zevkten dört köşe eden bol sıfırlı bilançolar gibi de değilmiş. Geçenlerde bir televizyonda izledim. Hazin bir hikaye: Bir anne, madenden aç gelen madenci genç oğluna yemek hazırlamış. “Hadi oğlum yemeğe gel” diye seslenmiş. Genç madenci bir başka şeyle meşgul olmalı ki sofraya gelmeye biraz gecikmiş. Annesi defaatle bol “hadi”li yemek çağrısını yineleyince genç madenci dayanamamış, patrona karşı seslendiremeyip içine attığı isyanını annesine patlamış: “Anne yeter! Yeter!.. Zaten madende gün boyu tek duyduğumuz kelime hadi, hadi, hadi, hadi… Bir de evde tekrarlama bunu. Dayanamıyorum!” demiş.
Hiçbir güvenlik önlemi alınmadan; doğru dürüst eğitimden geçirilmeden; en tehlikeli iş kollarından biri olan yeraltı madenciliğinin gerektirdiği donanımlar, ekipmanlar doğru dürüst sağlanmadan; madencilerin su, yemek, dinlenme ve hatta tuvalet gibi asgari insani ihtiyaçlarının bile hiçbiri karşılanmadan; her çalışanda olması gereken medeni sosyal hakların hiçbiri verilmeden, yani tarihte kaldığını zannettiğimiz o bildiğiniz köleler gibi çalıştırılmış madenciler. Şirket patronu ve hükümetin doymak bilmez daha fazla kömür, daha fazla para, daha fazla kar, daha fazla siyasal rant arzusu, madencilerin kulaklarına hep “Hadi, hadi, hadi…” kelimelerine dönüşerek ulaşmış. Kendilerine sürekli “Hadi daha hızlı çalışın!”, “Hadi daha fazla çalışın!”, “Hadi daha fazla kömür üretin!”, “Hadi daha fazla para kazandırın bana!”, yani aslında “Hadi daha fazla ölün!” denilmiş… “Hadi, hadi, hadi!..”  
Madenciler de ölmeyecek kadara belki yetecek aylık 1300-1500 lira paraya karşılık daha hızlı ve daha fazla çalışmışlar. Daha fazla yorulmuş, daha fazla ter dökmüş ve daha fazla kömür üretmişler. Patronlarına daha fazla para, hükümete daha fazla siyasal rant kazandırmışlar. Ve nihayet beklenen olmuş ve daha fazla ölmüşler. İşte bunun içindir ki Başbakan Erdoğan hiçbir insani duygu belirtisi göstermeksizin beklenen bu ölümler hakkında şunları söyleyebiliyor: “Bunlar olağan şeyler. Literatürde iş kazası denilen bir olay var. Bu sadece madenlerde olmuyor. Başka işlerde de oluyor. İş kazası. Burada da oluyor. Bunun yapısında fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak diye bir şey madenlerde yok.”
Başbakan Erdoğan bunları söyleyebildiği için de her 1 milyon ton kömür üretimi için hayatını kaybeden bir Amerikalı madenciye karşılık tam 361 Türk madencinin hayatı gözden çıkarılabiliyor bu ülkede. Madenciler birer birer, onar onar, yüzer yüzer ölüyor kömür dehlizlerinde... Ve hayat devam ediyor “olağan” şekilde. Çünkü Başbakan öyle buyurdu: “Bunlar olağan şeyler.”
“Bunlar olağan şeyler” olduğu için Soma katliamının üzerinden tam 10 gün geçmesine rağmen siyasal sorumluluğu üzerine alıp istifa eden ne bir yetkili, ne de bir sorumlu bakan göremedik. Aradan geçen onca zamandan sonra dün bir gazeteye nihayet “Bir siyasi sorumlu aranıyorsa ben o sorumluluğu üstleniyorum” diyen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın istifa ettiğine dair ise herhangi bir haberi henüz duymadık. Siyasi sorumluluğu almak böyle mi olur? Üzerine aldığını iddia ettiğin sorumluluk oturduğun her dakika o koltuğu size haram kılmaz mı sanıyorsunuz? O rahat koltuklar, işgal ettiğiniz her dakika sizin için çivili fıçılara dönüşmez mi?
Soma katliamının sorumlusu olan 12 yıllık iktidar, bu sorumluluğunun gereği olarak en azından ilgili bakanların istifasını istemek yerine, inadına yapıyormuş gibi bu bakanların ağzından hala vaatlerde bulunuyor. Yok efendim “gerekli önlemler alınacakmış”, “mevzuat yeniden değiştirilecekmiş”, “denetimler ciddiye alınacakmış…” “-ecekmiş, -acakmış…” böyle gidiyor. Yıllardır yapılması gerekenleri bugün millete vaat eden yılların sayın bakanları, bakın şayet samimiyetinize birazcık olsun inanılsın, bu söylediklerinize birazcık saygı duyulsun istiyorsanız önce istifa edin. Engin tecrübelerinizi ve yüzlerce madencinin ölümüyle sonuçlanan ölümcül hatalarınızdan çıkardığınız dersleri ondan sonra paylaşın ki bir anlamı, bir değeri olsun. Şundan emin olun ki, diğer türlü söyledikleriniz boş konuşmaktan öte bir anlam ifade etmiyor.
Buradan medyanın hala gazetecilik yapmakta direnen kısmına da sesleniyorum: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ve Çalışma Bakanı Faruk Çelik, zaten yapacaklarını bugüne kadar yapmışlar ve eserleri ortada. Son eserleri 301 madencinin ölümü olan bu iki bakanın ve ilgili bürokratların istifa etmek yerine hala -ecekli, -acaklı konuşmalarından daha büyük aymazlık, daha büyük yüzsüzlük ve bu millete daha büyük zulüm olamaz.
Gelin Soma katliamından birincil derecede sorumlu olan bu iki bakanı istifa edinceye kadar yok hükmünde sayalım. Sözlerine, açıklamalarına hiçbir değer atfetmeyelim. Ne zaman ki onurlu siyasetçiler gibi bu büyük acının sorumluluğunu üstlenip istifa ederlerse o zaman sözlerini ciddiye alalım.
Buradan duyuruyorum biz Today’s Zaman olarak istifa etme onurunu gösteremeyen bakanlardan Yıldız ve Çelik’in sözlerini, haber bütünlüğü açısından mecbur kalsak bile ancak asgari düzeyde yayınlayacağız ve sözlerini “iddia ediyorlar” şeklinde vereceğiz. Medyanın gazetecilik yapmakta hala direnen kısmı keşke toplu tavır alsa da Soma katliamından siyaseten sorumlu bu iki bakanın tek kelimelerine yer vermemeyi başarabilsek.

18 Mayıs 2014 Pazar

‘Güvenle büyü Türkiye’


Şaka gibi ama değil… Bazı haber kanallarında Soma’da yaşanan maden katliamında hayatını kaybedenlere, yakınlarının acılarına ve sonu gelmez ihmallere dair haberlerin arasında aniden çıkıveriyor. Adına “kamu spotu” diyorlar. Belli ki halkı bilinçlendirmeye yönelik faydalı bir kampanyanın parçası. Küçük önlemler ya da bilinçlendirmelerle ortadan kaldırılabilecek sigara, alkol, uyuşturucu bağımlılıkları, trafik kazaları gibi diğer pek çok yaygın sorunla ilgili bilinçlendirme klipleri hazırlandığı gibi iş güvenliğiyle da ilgili klip hazırlanmış.
Tıpkı diğerleri gibi, her 6 dakikada bir iş kazası yaşanan ülkemizde toplumu iş güvenliği konusunda bilinçlendirme amacı taşıyan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın “Güvenle büyü Türkiye” spotu da elbette çok iyi niyetlerle hazırlanmış. Spot da sorun yok. Ancak bu spotu, spotu hazırlayan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı da dahil olmak üzere, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, madenlerin yıllardır doğrudan kendisine bağlandığı Başbakanlık ve madenleri işleten Soma Holding gibi kar hırsından başka özelliği olmayan şirketlerin ihmaller zinciriyle birlikte izlendiğinde farklı bir duygu yaratıyor. Onca ihmaller ve bu ihmallerin acı sonuçlarına dair haberlerin arasında izlenen kamu spotu,  hazırlanırken yola çıkılan samimiyetten bir şeyler taşıyamıyor izleyenlerine.  Tam tersine her yanı halkla, işçilerle, madencilerle alay ediliyormuş duygusu kapılıyor.   
Belki de sırf göz boyamak için iş güvenliğine dair mükemmele yakın yasalar çıkaran ve “Güvenle büyü Türkiye” diye propaganda yapan bir yönetim zihniyetinin söylediklerinin asgarisinin bile sahada yer almadığı artık herkesin malumu. Türkiye’nin büyümesine katkısından şüphe duyulmayacak Soma kömür madeninde televizyonlarda halka duyurulan iş güvenliğinin esamisi okunmuyor mesela. Samimiyetle uygulansaydı bu yasalar yaşanan felaket gerçekleşir miydi hiç? Gerçekleşse bile bu kadar madenci hayatını kaybeder miydi?
Medyaya yansıyan haberlere göre, devlete ait Türkiye Kömür İşletmeleri’nin 130-140 dolara mal ettiği kömürün çıkarılma maliyetini 23,8 dolara düşürmekle övünen Soma Holding’in bu radikal tasarrufu hangi mucizevi formülle başardığını sormak çalışanların iş güvenliğinden sorumlu olan ve bu kamu spotlarını yayınlayan bakanlığın nedense hiç aklına gelmemiş! Yine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, 2012’de yıllık kömür üretme hedefinden yüzde 47 daha fazla kömür üretimi gerçekleştirmeyi başaran Soma Holding’in bu mucizeyi de nasıl gerçekleştirdiğini sorma ihtiyacı hiç duymamış.
İddialara göre, maliyeti düşürmek için saati 3-4 dolardan insanlık dışı şartlarda çalışmaya zorlanan maden işçilerinin kullandığı iş güvenliği için gerekli hassas ekipmanın çok önemlice bir kısmı Almanya’da madenlerde zaten yeterince kullanılarak hurdaya çıkarılmış malzemelerden oluşuyormuş. Üretim maliyetini madeni devraldıklarındaki miktarın en az 4’te, 5’te birine düşürmek kolay değil elbette. Yeni ve kaliteli ekipman ve malzemelerle bu nasıl olacaktı ki? Daha vahimi meğer madenlerde iş güvenliğinin olmazsa olmazı “gaz sensörleri” bile üretimi yavaşlattıkları gerekçesiyle devre dışı bırakılıyormuş.
Malzemeden çalan, dünyanın en zor işindeki çalışanlara en az ücreti ödeyerek emekten çalan bir şirket neden hedeflediğinden yüzde 47 oranında daha fazla yıllık üretim yapmasın ki? İşsizin bol olduğu bu ülkede istediği zaman istediği kadar emeğini sömürecek yeni insanlar bulabilen, bu yüzden de ne asgari iş güvenliği şartlarına, ne de asgari insani çalışma standartlarına uyma ihtiyacı duymayan bir şirket neden ton başı kömür üretim maliyetini 4’te, 5’te 1’e düşürmesin ki? Hele hele maden işçilerini köleleştirerek canlarını değersizleştiren bu ucuz kömür üretim maliyetinden fakir halka oy karşılığı bedava dağıtıkları kömürleri ucuza mal eden hükümet de son derece memnunsa daha ne olsun!
Hükümet memnun, şirket memnun, bedava kömür alan yoksul halk memnun… Öyleyse can sıkan ve üretimi olumsuz etkileyecek olan iş güvenliğiyle enden ilgilenilsin, denetimler neden gerektiği gibi yapılsın ki? Ekonomik ve siyasi rant peşindekiler için ekonomik ve siyasi faydanın maksimum düzeyde üretildiği bu kirli çark işlediği müddetçe neden hükümet memnun olmasın ki? Zaten hükümet eli kanlı şirketin bu performansından çok memnun kalmış olmalı ki, daha 10 yıl önce derin bir borç batağında ve iflasın eşiğinde olan Alp Gürkan’ın sahibi olduğu Soma Madencilik Şirketi’ne son 7 yılda tam 70 milyar liralık madencilik ihalesi vermiş.
Alp Gürkan’ın mucizevi maliyet tasarrufunu nasıl gerçekleştirdiğini, çok acı bir tecrübeyle de olsa, artık biliyoruz. Erdoğan hükümetinin suç ortaklığı sayesinde Alp Gürkan’ın şirketi en tehlikeli iş sektörü olan madencilikte son derece gözü kara bir şekilde güvenlik malzemesinden çalmış. Saat başına 3-4 dolar ödemek suretiyle madencilerin emeğinden çalmış. Madencilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi için harcanması gereken paradan çalmış. Bu yüzden madencilerin sağlığından ve yaşam kalitelerinden çalmış. Son olarak yüzlercesini ölüme göndererek madencilerin hayatlarından çalmış. Erdoğan hükümeti de tüm bu haramiliklerinde Gürkan’a suç ortaklığı yapmış.
Ne yazı ki Erdoğan hükümeti ve Alp Gürkan’ın şirketinin doymak bilmez hırs ve hedefleri için bu madenciler fazlaca insan kalmışlar. 1960’lı yıllardan itibaren Almanya sanayiinin iş gücü ihtiyacını karşılamak için bu ülkeye göç eden Türkler için ünlü Alman yazar Max Fischer’in “İşçiler bekliyorduk, insanlar geldi” sözünde olduğu gibi Erdoğan hükümeti ve Gürkan’ın şirketi de her şeylerini üretim miktarına endeksledikleri kömür madenlerinde çalıştırmak için işçileri beklerken insanları bulmuşlar karşılarında. Sadece üreten madencileri değil yorulan, üzülen, hastalanan ve ölen insanları...
Erdoğan hükümeti ve maden şirketine lazım olan meğer makineleşmiş insanlarmış, ölümlü madenciler değilmiş. Bunlara lazım olan meğer Nazım Hikmet’in 1923 yılında kaleme aldığı o meşhur şiirindeki “makine olmak isteyen” ütopik işçi tipiymiş.
Hükümetin, üretim ve kardan başka değer tanımayan maden şirketinin tüm “makinalaştırma” isteklerinin hilafına her türlü duygularla bezeli ölümlü insanlar olarak kalmayı başaran ve bu yüzden hayatlarını kaybeden maden işçilerine Allah’tan rahmet diliyor ve şehit madencilerimizin anısına Nazım Hikmet’in “Makinalaşmak İstiyorum” şiirini paylaşıyorum:

Trrrrum,
Trrrrum,
Trrrrum!
Trak tiki tak!
Makinalaşmak istiyorum! 


Beynimden, etimden, iskeletimden geliyor bu!
Her d
inamoyu
Altıma almak için çıldırıyorum!
Tükrüklü dilim bakır telleri yalıyor,
Damarlarımda kovalıyor
Oto-direzinler lokomotifleri! 


Trrrrum,
Trrrrum,
Trak tiki tak
Makinalaşmak istiyorum!

Mutlak buna bir çare bulacağım
Ve ben ancak bahtiyar olacağım
Karnıma bir türbin oturtup
Kuyruğuma çift uskuru taktığım gün! 


Trrrrum
Trrrrum
Trak tiki tak!
Makinalaşmak istiyorum!

Madencinin kaderi ve ‘olağan şeyler’

Ünlü Fransız yazar ve filozof Albert Camus, “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın.” demiş. Ne kadar da doğru söylemiş. Soma kömür madeninde yüzlerce yoksul madencinin gruplar halinde değersiz canlılar gibi ölüyor olması, bu ülkede vatandaşlara layık görülen yaşam kalitesinin de bir göstergesi değil mi neticede?

Biliyorum yüce peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sas), “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz.” hadis-i şerifi bu tür durumlar için değildir. Ama lütfen iki dakika düşünün. Yöneticileri tarafından nasıl bir yaşama layık görülüyorsa Türk halkının aynen öyle ölmediğini gönül rahatlığıyla söyleyebilir misiniz? Ne garip ve ne büyük bir çelişki değil mi? Kendilerine layık görülen bu talihsiz yaşamı kuran idarecileri de yine bu halkın kendisi seçiyor. Dramatik kısa hikâyeler gibi yaşayıp “nasıl yaşıyorsa öyle ölen” halkımız, “Siz nasılsanız öyle yönetilirsiniz.” kutsi hadisinin ifade ettiği sebep-sonuç ilişkisinin oluşturduğu kısır döngü içerisinde nesillerini kaybediyor.

Haliyle istikbal ve ikballerine dair tüm siyasal yatırımlarını bu kısır döngü üzerine kuran liderlerimiz ise çok doğal bir şekilde, madende yaşanan bu büyük katliamı “olağan” görüp, geçiştirebiliyor. Kızmayın onlara… Lütfen yadırgamayın da! Kendisinin ve oğlunun adı geçtiği yolsuzluk ve rüşvet iddia ve belgelerinin üstünü örtmek için Türkiye’yi birbirine katan, başta yargı olmak üzere devletin kurumlarını tarumar eden Başbakan Erdoğan da tam bunu yapıyor. Son yılların en büyük trajedisinde çocuklarını, eşlerini, babalarını, akrabalarını kaybeden acı içerisindeki Somalı vatandaşlarımızı ziyareti sırasında kendisine en fazla yakıştığı şekilde davranıyor. Kendilerine ve ailelerine layık gördüğü yokluk ve garibanlık içerisindeki yaşamlarına benzer şekilde gerçekleşen madenci ölümleri üzerine şu kahredici konuşmayı yapıyor:

“Bunlar olağan şeyler. Literatürde iş kazası denilen bir olay var. Bu sadece madenlerde olmuyor. Başka işlerde de oluyor. İş kazası. Burada da oluyor. Bunun yapısında, fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak diye bir şey madenlerde yok.”

Bunu söylediğime şaşıracaksınız ama Başbakan Erdoğan, çok doğru söylüyor. Aradan yıllar geçmesine rağmen Uludere’de 34 vatandaşımızı katleden hava saldırısının tek bir sorumlusunu ortaya çıkarmadığı halde başbakanlık koltuğunda olağan şekilde oturmaya devam eden bir Başbakan’ın ülkesinde bu tür trajedilerin yaşanması son derece “olağan şeyler”.

Başbakan Erdoğan, çok doğru söylüyor: Afyonkarahisar’da birkaç günlük asker olan acemi erlere taşıtılan cephaneliğin patlaması sonucu gencecik 25 evladımızın şehit olmasına rağmen tek bir hükümet yetkilisi istifa etmediği halde başbakanlık koltuğunda olağan şekilde oturmaya devam eden bir Başbakan’ın ülkesinde bu tür trajedilerin yaşanması son derece “olağan şeyler”.

Başbakan Erdoğan, çok doğru söylüyor: Kimler tarafından yapıldığı hâlâ açığa çıkarılmayan terör saldırısı sonucu Reyhanlı’da 55 vatandaşımızın hayatını kaybetmesine karşılık tek bir yetkilinin istifa etmediği halde başbakanlık koltuğunda olağan şekilde oturmaya devam eden bir Başbakan’ın ülkesinde bu tür trajedilerin yaşanması son derece “olağan şeyler”.

Başbakan Erdoğan, çok doğru söylüyor: İstanbul’da, kaderi olsa olsa ancak semt belediyesini ilgilendiren bir parka bol kârlı bir AVM yapma hırsından dolayı Türkiye’yi kaosa sürükleyip 10’a yakın vatandaşımızın ölümüne, yüzlercesinin yaralanmasına yol açmasına rağmen kabinesinde tek bir istifa olmadığı halde başbakanlık koltuğunda olağan şekilde oturmaya devam eden bir Başbakan’ın ülkesinde bu tür trajedilerin yaşanması son derece “olağan şeyler”.

Başbakan Erdoğan, çok doğru söylüyor: 17/25 Aralık 2013 tarihlerinde ortaya çıkan Türk tarihinin en büyük yolsuzluk, hırsızlık ve rüşvet skandalına rağmen ve kabinesinin dörtte biri istifa etmek zorunda kaldığı halde başbakanlık koltuğunda olağan şekilde oturmaya devam eden bir Başbakan’ın ülkesinde bu tür trajedilerin yaşanması son derece “olağan şeyler”.

Başbakan Erdoğan, çok doğru söylüyor: 17 Aralık 2013 sabahı oğluyla yüz milyonlarca doları “sıfırlama” konuşması yapmasına rağmen ve bu yetmezmiş gibi pek çok yüksek yargı kararına, medyaya ve kamu ihalelerine müdahale ettiği ortaya çıktığı halde başbakanlık koltuğunda olağan şekilde oturmaya devam eden bir Başbakan’ın ülkesinde bu tür trajedilerin yaşanması son derece “olağan şeyler”.

Kuzum siz neresi sandınız bu ülkeyi? Cephaneliğinde meydana gelen ölümlü bir patlama sonrası kabine üyelerinin kayda değer bir kısmı istifa eden Güney Kıbrıs Rum Yönetimi mi sandınız yoksa? Ya da bu ülkeyi 719 Euro’luk haksız menfaat sağladığı iddiası yüzünden cumhurbaşkanının derhal istifa ettiği (bu arada 2 yıllık soruşturma sonrasında aklandı) Almanya mı zannettiniz? Büyük bir yanılgıya düşerek, bir alışveriş merkezinin çökmesi üzerine sorumluluğu üzerine alarak hemen istifa eden Letonya’da yaşadığınızı zannetmiyorsunuzdur umarım. Sakın ha batan bir gemideki yolcuların ölümünden kendisini sorumlu tutarak siyaseten hesap verip istifa eden o onurlu başbakanın ülkesi olan Güney Kore’de olduğunuzu da sanmayın!

Burası Türkiye ve burada yüzlerce ölüm, hayatın doğal akışından sayılır. Burası Türkiye ve burada Başbakan dahil sorumlular sorumluluk duymayı, hesap vermeyi ve istifa etmeyi izzet ve onurlarından bağımsız bir konu olarak değerlendirir. Burası Türkiye ve burada yüzlerce ölümün sorumlularını karşınızda size diskur çekerken veya tehditler savurup hakaret ederken bulmanız olağan şeylerdendir. Burası Türkiye ve burada yaşanan vahim hatalar başka milletlerin yüz yıllar önce yaşadıkları hatalarla mukayese edilip olağanlaştırılır. Burası Türkiye ve burada toplumsal bir kesimi yok etmek için Ortaçağ’ın cadı avı yöntemlerine bile umut bağlanılır.

Onun için bu ülkede madencilerin yüzer yüzer ölmesi olağandır. Ölüm, madencilerin kaderidir. Dünyanın en zor işinde döktükleri alın terine karşılık 600-700 dolarlık ücretleriyle, yokluk ve borç içerisinde yaşar gibi yaptıkları yaşamları yaşadıkları şekilde ellerinden alınır. Bu acılar da sanki yetmez gibi üzerine bu ülkenin bakanları, başbakanlarının yaptığı bir sürü anlamsız lakırdı dinlenmek zorunda kalınır. Hatta ölen madencilerin yakınları Başbakan’ın yardımcıları tarafından yerlerde sürüklenir, tekmelenir. Daha da fecisi, Başbakan’ın bizzat kendisi madenci yakınlarını dövmeye yeltenir. Burası Türkiye, bunlar burada olağan şeylerdir.

“Bunlar olağan şeyler” olduğu içindir ki 1 milyon ton kömür çıkarırken Çin’de 1,27, ABD’de 0,02 madenci hayatını kaybederken ülkemizde 7,22 madencinin hayatından umudunuzu kesmeniz gerekir. Aynı miktar kömür için ölen her Amerikalı madenciye karşılık 361 Türk madencinin ölmesi son derece “olağan şeyler”dendir.

Yine onun içindir ki ölüm, madencinin kaderidir. Hangi ihmal sonucu ne zaman, ne şekilde kaybedeceklerini bilemedikleri hayatlarını toprağın kat be kat altında yaşarlar. Toprağın altında ölürler. Soğuk ve yalnız mezarlarda toprağın altına teslim edilirler.

Yani bu ülkede insanlar ve özellikle madenciler, tıpkı yaşadıkları gibi ölürler. Ne daha fazla, ne daha az...  


Zaman: http://www.zaman.com.tr/yorum_madencinin-kaderi-ve-olagan-seyler_2217993.html


English: http://www.todayszaman.com/columnist/bulent-kenes_347902_miners-destiny-and-usual-things.html