Bugün büyük bir
alayişle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylığının da açıklanmasından sonra
cumhurbaşkanlığı seçiminde yarışacak isimler netleşmiş oldu. Bu saatten sonra
çok büyük bir sürpriz olmazsa seçimler AKP Başkanı ve Başbakan Erdoğan, muhalefet
partileri CHP ve MHP’nin ortak adayı İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) eski Genel
Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu ve Kürtler üzerinden kimlik siyaseti yapan HDP’nin
adayı Selahaddin Demirtaş arasında yaşanacak.
En azından ilk turda Erdoğan’a
sadece AKP seçmeninin (belki AKP seçmeninin de bir kısmının), Demirtaş’a HDP
seçmeninin ve belki bazı sol siyasi grupların, İhsanoğlu’na ise daha geniş bir
spekturumdan toplumun farklı kesimlerinin destek vereceğini tahmin edebiliriz.
Ülkenin bütünlüğünü ve milletin birliğini temsil eden bir makam olarak
cumhurbaşkanlığına sadece kendi partisinin desteğiyle çıkan bir ismin toplumun
tamamını kucaklamasının önünde ciddi bariyerler olması doğaldır. Hele hele bu
isim, sıklıkla nefret suçu kapsamına girebilecek düzeyde toplumun farklı
kesimlerini ayrıştırıcı, ötekileştirici, bölücü, düşmanlaştırıcı, şeytanlaştırıcı
dışlayıcı bir dil ve siyaseti tercih ediyorsa cumhurbaşkanlığı makamının birlik
ve bütünlük temsilinden fersah fersah uzaktadır.
Bu açıdan, her ne kadar alacağı oy peşinen kat
be kat fazla dahi olsa Erdoğan milli birlik ve bütünlüğü temsil kapasitesi açısından
Demirtaş’ın bile gerisindedir. Seçim öncesinde terör örgütü PKK ile girişeceği
kirli pazarlıklarla şayet HDP’nin oyunu kendisine yönlendiremezse Erdoğan’ın
dayanacağı tek sosyo-politik entiteyi AKP seçmeni teşkil edecektir. Oysa irili
ufaklı bazı sol yapılardan destek alabileceğini tahmin ettiğimiz Demirtaş’ın
bile farklı görüş ve kesimleri temsil tabanının daha geniş ve çeşitli olacağını
söyleyebiliriz. Ama her ikisi de daha baştan CHP ve MHP gibi siyasi yelpazenin
merkezdeki iki ucu tarafından aday gösterilen, dahası BBP ve SP gibi küçük
partilerin, diğer siyasi ve toplumsal kesimlerin destek vereceğini tahmin
ettiğimiz İhsanoğlu kadar kucaklayıcı ve kuşatıcı olamayacaklardır. Bu açıdan
cumhurbaşkanlığı makamının gerektirdiği temsili ve sembolik niteliğe asla haiz
olamayacaklardır.
Sakın yanlış
anlaşılmasın. Burada bahsettiğim adayların muhtemelen alacağı oy oranları
değil. Erdoğan, İhsanoğlu veya Demirtaş’ın alacağı oydan kat ve kat fazlasını
alacak olsa bile bu analizin dayandığı mantık değişmez. Daha somut konuşacak
olursak Demirtaş’ın zaten seçilme şansı bulunmuyor. Seçimlerin birinci turundan
önce Erdoğan’ı PKK ile anlaşmaya zorlamak üzere gösterilmiş bir blöf adayı ya
da pazarlık kartı niteliğinde. Bu anlaşma birinci turdan önce PKK’nın arzu
ettiği şekilde gerçekleşmezse, mutlaka ikinci tur öncesinde gerçekleşeceğini
şimdiden tahmin edebiliriz. Ama Erdoğan hızlı hareket eder ve PKK’yı ikna edebilirse
Demirtaş’ın adaylığının birinci turda bile hiç hükmünde olacağını şimdiden
söyleyebiliriz.
Ama bu Demirtaş’ın
adaylığının tamamen anlamsız olduğu anlamına hiç gelmiyor. Hatta Demirtaş’ın
adaylığı ve Kürt seçmenin oylarının cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ana belirleyici
(King maker) niteliğinde olduğunu bile değerlendirebiliriz. Sorun şuradaki
Demirtaş’ın adaylığı sahih bir adaylık olmaktan öte, PKK için pazarlıkta elini
güçlendirecek bir taktik hamle niteliğindedir. Şayet PKK ile Erdoğan
anlaşabilirse Demirtaş’ın adaylığının yok hükmünde olduğunu ve Kürtlerin
desteğiyle Erdoğan’ın birinci turda cumhurbaşkanı seçileceğini hep birlikte
göreceğiz.
İster birinci turdan
önce PKK ile anlaşarak ilk turda seçilsin, isterse anlaşmayı sona bırakarak
ikinci turda seçilsin hiçbir şey değişmez. Her iki durumda da Erdoğan asla Türkiye’yi
temsil edecek uygun bir cumhurbaşkanı olamayacaktır. Belki olmak bile
istemeyecektir. Kaldı ki, ana teması “Yeni Türkiye” olan adaylık açıklama
toplantısına muhalif medya organlarını davet etmeyerek korkunç bir ayrımcılığa
imza atan Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığında demokratik bir temsil görevi
göreceğini düşünmek saflıktan öte aptallık olacaktır.
Tam 7 aydır durmaksızın
yargısız infazda bulunduğu, iftira üzerine iftira attığı, en aşağılık
hakaretlerle ve yalanlarla hedef aldığı Hizmet Hareketi’ne karşı “Cadı avıysa
cadı avı… Biz bu cadı avını yapacağız” diyebilen ve bunun için şeytanların bile
aklına gelmeyecek envai çeşit tuzak ve kumpaslar kuran, suçsuz insanları
suçlayabilmek için olmayan suçlara olmayan deliller üretme çabasına giren biri
milletin birlik ve bütünlüğünü hiç temsil edebilir mi? Edemezse böyle birinden
hiç cumhurbaşkanı olur mu?
Kürt vatandaşlarımızın
en tabii demokratik, kültürel, sosyal ve siyasal haklarını hiçbir koşula tabii
kılmadan ve hiçbir müzakereye konu etmeden anında teslim etmek yerine, bu
hakları terör örgütü PKK ile müzakere konusu yapan, Kürtlerin haklarının
teslimini pazarlığın gidişatına bağlayan, ancak PKK adım attıkça adım atan ve
bunu korkunç bir medya kampanyasıyla bulunmaz bir çözüm projesi gibi sunan
birinden hiç cumhurbaşkanı olur mu?
Alevi vatandaşlarımıza
karşı sürekli kin ve nefret söylemi kullanan, 269 gün komada kalmış henüz 14
yaşındaki Berkin Elvan’ını kaybetmiş bir Alevi anneyi seçim meydanlarında on binlerce
insana yuhalatma merhametsizliğini gösteren birinden hiç cumhurbaşkanı olur mu?
Yapılan 7 çalıştayla sorunun da çözüm yollarının da ne olduğu apaçık ortaydayken
Alevi vatandaşlarımızın sorununu yok sayıp, halkımızın bu kesimini sürekli
olarak diğer kesimlerinin gözünde düşmanlaştırmaya çabalayan birinden hiç
cumhurbaşkanı olur mu?
Kendi vatandaşı olan
Ortodoks Hıristiyanların din adamı eğitimi için açılması hiçbir şarta bağlı
olmaksızın derhal gerçekleştirilmesi gereken Heybeliada Ruhban Okulu konusunda “Heybeliada
Ruhban okulunun açılması iki dakikalık bir iş. Ama önce Yunanistan’ın Atina’da
cami inşaasına ve Batı Trakya’da Türklerin kendi müftülerini seçmelerine izin
vermesini görelim” diyecek kadar, kendisinden farklı dine sahip vatandaşlarının
en temel insan hakkını bile bir başka ülkeyle pazarlık konusu yapacak kadar demokratik
görgüsüzlük sayılan bir tavrı benimseyen birinden hiç cumhurbaşkanı olur mu?
Kendisinin ve
yakınlarının adı Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ve belki de dünya tarihinin en
büyük rüşvet ve yolsuzluk iddialarına karışan, her medeni insanın yapması
gerektiği gibi şeffaf ve adil bir yargısal süreçle bu korkunç iddialardan
aklanmayı tercih etmek yerine, kendisini ve yakınlarını yargıdan kurtarmak için
demokratik hukuk devletini tarumar ederek hırsız, rüşvetçi, yolsuz damgasını
hala alnında taşıyan birinden hiç cumhurbaşkanı olur mu?
Yakın siyasi geçmişinde
milli birlik ve bütünlüklerini tehlikeye atacak şekilde Mısır, Suriye, Libya,
Irak gibi ülkelerin son derece tehlikeli bir maceracılıkla içişlerine müdahale
etmekte bir sakınca görmeyen ve bu yüzden on binlerce insanın ölümünde şöyle ya
da böyle pay sahibi olan birinden hiç cumhurbaşkanı olur mu?
Aşırı hırsın, hep daha
fazla güce duyduğu doymak bilmez açlığın ve tatmin olmaz şehvetin yol açtığı körlükle
izlediği tutarsız dış politika neticesinde neredeyse dünyada Türkiye’nin
sorunlu olmadığı bir ülke bırakmayan, Almanya ve Avusturya’ya yaptığı son iki
ziyarette olduğu gibi gittiği ülkelerde “Hoş gelmediniz!” manşetleriyle
karşılanan birinden hiç cumhurbaşkanı olur mu?
Erdoğan seçimlerde
belki cumhurbaşkanı seçilir, belki de seçilemez. Benim için bunun hiçbir önemi
yok. İsterse yüzde 90 oyla seçilmiş olsun, Erdoğan gibi toplumu ve ülkeyi bölen,
rejimin demokratik hukuk devleti karakterini tamamen yok eden, inanç, fikir ve
basın özgürlüğüne alabildiğine saygısız, Türkiye’yi medeni dünyadan koparan ve
pek çok ülkeyi Türkiye’ye düşman etmeyi başaran birinden asla cumhurbaşkanı
olmaz!