Beklemek veya
gün saymak... Özünde illa da kötü çağrışımları olan şeyler değil. Mesela tabiat,
coşku dolu cıvıltılarla yeniden uyanmak üzere baharın o hayat veren soluklarını
duymak için aylar boyu günleri sayarak beklemez mi? Börtü böcekler, arılar,
kelebekler binbir renkle fışkıran çiçeklerle gelecek olan baharın yollarını
gözlemezler mi? Hatta insanlar, sırf ılık meltemlerin yüzlerini yaladığı güneşli
serin günlerin coşkun neşesini bir kez daha yaşamak için, ömürlerinden günler
düşme pahasına günleri saymazlar mı? Sevgililer sevdiklerine, gurbettekiler sıla
özlemiyle tutuştukarı vatanlarına kavuşmak için günleri sabırsızlıkla saymazlar
mı? İşçiler, memurlar ay sonu, öğrenciler haftasonu gelsin diye günleri saymaz
mı?
Keşke gün
saymaların tamamı bunlar gibi olsa. Bunların yanında bir de, belirli bir
müphemlik içerisinde olmakla birlikte, sizin için neredeyse mukadder olan bir
şerrin gelmesini beklerken gün saymak vardır. İşte bu türden gün saymalar
dayanılır gibi değildir. Mutlaka olacaksa uzak olmayan bir zamanda olacağını
bildiğiniz bir güne doğru eliniz kolunuz bağlı bir şekilde gün saymak, gün
saymaların en fecisidir. Böylesi, günü ve anı belli olmayan bir ecele doğru gün
saymaktan çok daha beterdir. Çünkü, ecel hiç beklemediğimiz bir anda apansız
gelir. Aldığımız her nefesle ona bir adım daha yaklaştığımızı bildiğimiz halde
onun bize ne kadar uzak ya da yakın olduğu bir sırdır. Ve büyük bir nimet olan
bu ilahi sır sayesinde ecel, bizi her an rahatsız eden dayanılmaz bir kaygı
olmaktan çıkıverir.
İçinde
debelendikleri suç deryasının ve siyasi ihtiraslarının yol açtığı eşsiz çuvallamaların
hesabını vermek istemedikçe daha da despotlaşan, despotlaştıkça işledikleri
suçları katlayan AKP/Erdoğan rejimi yüzünden milyonlarca insan bugünlerde
gönlünce yaşamayı erteleyip gün sayıyor. Bazıları ülkenin üzerine çöken bu
karabasandan kurtulacakları güzel günler için büyük bir istek ve umutla sayıyor
günleri. Benim gibi bazıları ise abuk subuk gerekçelerle zaten biteviye devam
eden soruşturmalar, yargılamalar, gözaltılar, tutuklamalar yaşarken keyfi bir
kararla yeniden hapse atılma ihtimaline dair gün sayıyor.
İhlal etmedik
Anayasa maddesi bırakmayan, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlara bile
uymayarak sürekli suç işleyen bir zihniyetin emrindeki bazı güdümlü yargı
mercileri Türkiye’de tam bir cadı avı yürütüyor. Yaşanan yolsuzluklar,
haksızlıklara, despotluklara, keyfiliklere ve hukuksuzluklara karşı eleştirel
görüşleriyle ve cesur tavırlarıyla öne çıkan kim varsa bugün takibat altında
bulunuyor. Üstelik bazılarına yönelik onlarca soruşturma ve dava birden
yürütülüyor. Gün geçmiyor ki ajanslara 12-13 yaşındaki bir öğrencinin, umut
dolu bir gencin ya da yazdıklarıyla topluma ışık olan bir yazarın, bir
edebiyatçının veya bir gazetecinin adı bir soruşturmayla, gözaltıyla,
yargılanmayla ya da tutuklanmayla anılmasın.
Ülkenin
üzerine çöken zulüm ve baskı karanlığı karardıkça kararıyor. AKP/Erdoğan rejimi
tarafından eleştirel medya gruplarına el konuluyor, aylar içerisinde
batırılarak yok ediliyor. Televizyonların ekranları bir bir karartılıyor.
Twitter gibi sosyal medya mecralarına bile gem vurmak üzere plan üzerine
planlar yapılıyor. Aç gözlü yandaş işadamlarının devlet koruması altında çevre
talanına dur demek için harekete geçen sivil halk AKP/Erdoğan rejimi tarafından
terörize ediliyor. Güneydoğu’da şehirler aylarca abluka altında ağır ateş
altına alınıyor, yerle bir ediliyor, harabeye döndürülüyor, hala hayatta kalanlar
için yaşanmaz hale getiriliyor. Hırsızlıklar, yolsuzluklar, rüşvetler,
talanlar, yalanlar, iftiralar, hukuksuzluklar arttıkça artıyor, azdıkça azıyor.
Bu yaşanan
fecaatlere karşı yapacağınız tek bir eleştiri, devlet büyüklerine ya da
doğrudan Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiğiniz iddiasıyla anında gözaltına
alınmanız ya da savcılıklarda ve mahkemelerde süründürülmeniz için yeterli
oluyor. Susanız, sinesiniz, yılasınız diye hakkınızda açılan soruşturmalara,
yapılan gözaltılara, hakkınızdaki davalara ya da verilen irili ufaklı hapis ve
para cezalarına rağmen hala susmuyorsanız sizin için günleri yeniden saymanın
vakti gelmiş demektir.
Onca işleri
arasında eleştirel medyayla, gazetecilerle, aydınlarla ve akademisyenlerle
bizzat uğraşmaya zaman ayıran Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu ve
bakanlarının ne yapıp edip sizi mutlaka hapsettireceklerinden emin
olabilirsiniz. Üstelik bu durum zamanla bir
“acaba” meselesi olmaktan çıkıyor ve hızla “ne zaman” meselesine dönüşüyor. Ve
o noktada artık derin düşünceler içinde beklemeye başlıyorsunuz, “abuk subuk
gerekçelere açılan falanca davanın bu duruşmasında mı tutuklanıp
hapsedileceğim, yoksa yine abuk subuk gerekçelerle açılan filanca davanın şu duruşmasında
mı?” diye.
Hukukun
kalan son kırıntılarını da adalet çöplüğüne süpürmekten başka bir hayrı olmayan
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın verdiği son rakamlara göre sadece Cumhurbaşkanı
Erdoğan’a yönelik olduğu iddiasına dayanarak “hakaret” suçlaması ile 1845
soruşturma açılmış. Bir de bu sözde suçun “Başbakana hakaret”, “bakana
hakaret”, “valiye hakaret”, “bürokrata hakaret” gibi versiyonlarını düşünecek
olursanız, yürürlükteki despotik ve keyfi uygulamalara yönelik eleştirel
fikirlerinden dolayı haklarında soruşturmalar, davalar açılan insanların sayısının
binlerce olduğunu kolaylıkla tahmin edebilirsiniz.
Tabii
bunlar yetmiyormuş gibi keyfi yorumlamalar ve uygulamalarla 1990’lı ve 2000’li
yıllar boyunca bu ülkede düşünen, konuşan, yazan herkesin kabusu haline gelen
“Türk milletini aşağılamak” suçunu düzenleyen TCK 301 var. Despotik AKP/Erdoğan
rejimi kaydeğer eleştirelerin hepsini “hakaret” kapsamında ele almanın
tuhaflığından sıkılmış olmalı ki, son zamanlarda TCK 301’i yeniden hortlattı.
Geçmiş yıllarda yakasını bu ceza yasası maddesine kaptırmamış bir gazeteci
olarak ben de hortlatılan TCK 301’den ilk nasibimi geçtiğimiz günlerde aldım.
Başbakan Davutoğlu’nun 2014 yılında hakkımda peşinen verdiği bir şikayet
dilekçesine dayanarak savcılık Twitter’da
2015 yılında yaptığım paylaşımları gerekçe göstererek hakkımda hapis
istemli ceza davası açtı. Ama bu sefer “Türk milletini aşağıladığım”
gerekçesine sığındı. Böylece, o davadan mı, yoksa bu davadan mı hapse
atacaklarına dair soruşturmalar ve davalar koleksiyonuma eşsiz bir halka daha
eklemiş oldum. Şimdilerde sürekli feyk infazlar tehditi altında yaşayan bir
tutsak gibi, bu soruşturmalardan ya da davlardan hangisinden içeri alınacağıma
dair papatya falları açıp gün sayıyorum.
Türk
medyasının ve yazı dünyasının yüzakı olan Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Ahmet
Altan, Can Dündar ve daha birçok duayen isim de maalesef benzer bir durum
yaşıyor. Onlar da, belki farklı duygularla da olsa, hayatları boyu
biriktirdikleri tecrüblerini imbiklerden süzdükleri şu en verimli dönemlerinde günlerini
savcılıklarda, mahkemelerde geçiriyor ve ne zaman tutuklanacaklarına dair gün
sayıyorlar. Tıpkı Hidayet Karaca, Gültekin Avcı, Mehmet Baransu’nun başlarına
gelenler gibi, bu ülkenin cesur kalemleri başlarına ne zaman ne geleceğine dair
gün sayarken Cumhurbaşkanı, Başbakan ya da ilgili bakanlar, görülmedik zulüm ve
baskılarlar yönettikleri ülkenin “dünyanın en özgür ülkesi” olduğunu,
“Türkiye’deki basın özgürlüğünün dünyanın hiçbir ülkesinde olmadığı”, “basın ve
ifade özgürlüğünün kendilerinin kırmız çizgileri olduğunu” hiç yüzleri
kızarmadan söyleyebiliyorlar.
Ne yapalım
bizler somut gerçeklere dayalı olarak onların baskılarını, zulumlerini,
hukuksuzluklarını, işledikleri suçları, despotluklarını yazıp eleştiriyoruz,
onlar da dönüyor bizimle birlikte tüm dünyayla alay edip, dalga geçiyorlar.
Sonra bize yine günleri saymak düşüyor.