23 Aralık 2014 Salı

Aydınlardan yükselen çığlık


“Her şerde bir hayır vardır” derler. Bazen hayatlarımızı karartan şerre takılıp o şerle birlikte kapımızı umutla çalan hayırları göremeyebiliyoruz. Oysa dünya ve hayat karanlıkla aydınlığın, siyahla beyazın, iyi ile kötünün, hayır ile şerrin iç içe olduğu, birinin diğerinin sebebi veya sonucu olduğu durumlardan ibaret değil midir?
Şayet 14 Aralık 2014 günü, aralarında yaklaşık 1 milyon tirajıyla Türkiye’nin en çok satan gazetesi Zaman’ın Genel Yayın Yönetmeni ve bünyesinde Türkiye’nin en fazla izlenen 14 TV ve radyoların bulunduğu Samanyolu Grubu CEO’su Hidayet Karaca’nın da bulunduğu 31 kişinin ipe sapa gelmez iddialarla gözaltına alınması büyük bir şer ve zulümse, mutlaka bu zulüm ve şerrin sebep olduğu hayırları da görmemiz gerekiyor. Elbette ki hayırları görebilmek için yaşanan şerre şöyle biraz daha yakından ve farklı bir pencereden bakmak gerekiyor.
Her şeyden önce Türkiye’de son dönemde olup biteni, ülkedeki anti-demokratik ve despotik gidişatı belki biz demokratlar yerli ve yabancı dostlarımıza anlatmakta hala güçlük çekiyorduk. Dumanlı’nın, polis tarafından gazete basılarak gözaltına alınması, 80 saat boyunca haksız ve hukuksuz bir şekilde gözaltında tutulması, Hidayet Karaca’nın kurgusal bir TV dizisinin senaristi, yönetmeni ve oyuncularıyla birlikte gözaltına alınması, akabinde yine haksız ve hukuksuz bir şekilde terör örgütü kurmakla suçlanıp tutuklanarak hapse atılması Türkiye’nin içinde bulunduğu vahim durumu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriverdi.
Türkiye’nin hak, hukuk tanımaz bir despotun elinde nasıl keyfi, hukuksuz ve anti-demokratik bir noktaya savrulduğu herkesin gözünde iyice kristalize oldu. Erdoğan diktası altındaki ülkenin demokrasi liginden ne kadar uzaklaştığı tartışmaya mahal kalmayacak şekilde ispatlandı. Özgür basına yönelik akıl almaz bu son darbe, Erdoğan ve ekürisinin nasıl birer zalim despotlara dönüştükleri konusunda doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle tüm dünyada hiçbir şüpheyi geride bırakmayacak şekilde bir mutabakata yol açtı.
Enteresan bir şekilde Erdoğan dikta yönetiminin hak ve özgürlükleri hedef alan, basın özgürlüğünü yok etmeyi amaçlayan bu son saldırısı Türkiye içinde de demokrasi ve hukuk hassasiyetini sürdüren herkesi ortak bir ses vermeye teşvik etti. İdeolojik tercih ve yaşam tarzı açısından birbirinden tamamen farklı çevreler bu vesileyle bir araya geldi. Demokrasinin hayatiyeti, hukuk devletinin sürdürülmesi ve Türkiye’nin demokrat ve medeni dünyanın bir parçası olarak kalması için farklı çevrelerden önde gelen aydınlar ortak bir tavır aldı. Solcusu, sağcısı, muhafazakarı, liberali, milliyetçisiyle tüm demokrat aydınların ortak duyarlıklarla verdikleri bu ses dünyanın dört bir tarafında duyulacak adeta bir çığlığa dönüştü.
İlk olarak, 17 Aralık günü gazetelerde yayınladıkları tam sayfa bir bildiriyle Türkiye’nin aydınları, yapılan baskınların ve göz altıların “basın özgürlüğüne ve Türkiye’nin demokratik geleceğine bir darbe” olduğunun altını kalın çizgilerle çizdiler. Aralarında Doğan Akın’dan, Murat Aksoy’a, Mustafa Akyol’dan Mehmet Altan’a, Hayko Bağdat’tan Can Dündar’a, Ali Bulaç’tan Hasan Cemal’e, Yasemin Çongar’dan Nuray Mert’e, Metin Münir’den Zeynep Tanbay’a, Pınar Türenç’ten Perihan Mağden’e, Utku Çakırözer’den Cengiz Çandar’a, Neşe Düzel’den Cafer Solgun’a, Derya Sazak’tan Atilla Sertel’e, Amberin Zaman’dan Yılmaz Odabaşı’na uzanan Türkiye’nin entelektüel birikiminin parlak temsilcileri olan onlarca aydın bu ortak bildiriye imza atarak gazetecilerin derhal serbest bırakılmalarını talep ettiler.
“Bu vahim olayın özgür basına yönelik sistematik hale gelen baskı, yasak ve yıldırma çabalarının son halkası” olduğuna dikkat çekerek, medya ve düşünce özgülüğüne yönelik her türlü müdahaleye sert ifadelerle karşı çıktılar. Zulme ve baskıya karşı özgür medyadan yana tavır alarak onurlu, cesur ve asil duruşlarıyla kıymetli isimlerini tarihe altın harflerle yazdılar ve gelecek nesillere övünç duyabilecekleri bir miras bıraktılar.
Hukuksuzluk, keyfilik, despotizm ve diktanın zirve yaptığı bu zor dönemde aydın izzetine ve namusuna halel getirmeyen ve böylelikle Türkiye’nin entelektüel birikiminin bilhakkın temsilcileri olduklarını ispatlayan bu saygın isimlere 22 Aralık günü yenileri eklendi. Hep birlikte bir “Aydınlar Deklarasyonu” yayınladılar. Türkiye’nin gururu bu aydınlar güçlü bir çığlık halinde “Türkiye demokrasisi için çok geç olmadan, AKP hükümetini girdiği tehlikeli yoldan dönmeye” davet ettiler.
Ahmet Altan’dan, Ahmet İnsel’e, Ahmet Turan Alkan’dan Altan Tan’a, Asaf Savaş Akat’tan Aslı Tunç’a, Ataol Behramoğlu’ndan Aydın Engin’e kimler yoktu ki change.org’ta imzaya açılan bildirinin ana imzacılar listesinde: Ayhan Aktar,  Baskın Oran, Cafer Solgun, Cemal Uşşak, Cengiz Aktar, Cengiz Çandar, Ceren Sözeri, Ceyda Karan, Cihangir İslam, Cüneyt Ülsever, Daron Acemoğlu, Dengir Mir Mehmet Fırat, Doğan Akın, Doğan Satmış, Doğu Ergil, Ergun Babahan, Erkam Tufan Aytav, Erkan Saka, Ertuğrul Günay, Ferhat Kentel, Gencay Gürsoy, Hadi Uluengin, Hasan Cemal, Hayko Bağdat, Herkül Milas, Hilmi Yavuz, İbrahim Betil, İştar Gözaydın, Kazım Güleçyüz, Koray Çalışkan, Kürşat Bumin, Levent Köker, Mario Levi, Maya Arakon, Mehmet Altan, Mehmet Betil, Mehveş Evin, Melis Behlil, Murat Aksoy, Murat Belge, Mustafa Erdoğan, Mustafa Yeşil, Müge Göcek, Mümtaz’er Türköne, Namık Çınar,          Nazlı Ilıcak Neşe Düzel, Nil Mutluer, Nilüfer Göle, Niyazi Öktem, Nuray Mert, Orhan Kemal Cengiz, Osman Kavala, Oya Baydar, Ömer Laçiner, Ömer Madra, Pelin Batu, Reha Çamuroğlu, Sait Çetinoğlu Samim Akgönül, Selahattin Özel, Seyfettin Gürsel, Suat Kınıklıoğlu, Şahin Alpay, Tahir Özyurtseven, Taner Akçam, Tayfun Atay, Tuğba Tekerek, Ufuk Uras, Ümit Kardaş, Yasemin Çongar, Yasemin İnceoğlu, Yavuz Baydar, Yavuz Oğhan, Yüksel Taşkın.
Solcusu-sağcısı, Alevisi-Sünnisi, Türkü-Kürdü, Müslümanı-gayri Müslimi ile asil ve tarihi bir duruş sergileyen bu aydınların imzalayarak Change.org’ta yayınladığı bildirilere on binlerce insan da imzalarıyla destek verdiler, vermeye de halen devam ediyorlar.
“Geçmişte askeri darbelerle kesintiye uğrayan Türkiye demokrasisi, bugün sivil bir yönetimin idaresi altında büyük bir hızla kan kaybediyor” tespitinde bulunan bu 2. bildiri, “Kuvvetler ayrılığını, yargının bağımsızlığını, parlamento denetimini, barışçıl toplanma ve gösteri hürriyetinin kullanılmasını ve basın özgürlüğünü kendisine bir tehdit/darbe olarak algılayan, demokrasinin klasik denge ve denetim sistemlerini “milli iradenin” önünde engel olarak sunan bir iktidar Türkiye’de işbaşındadır” teşhisinde bulunuyordu.
Türkiye’nin Erdoğan diktası altında nerelere savrulduğu ise şu ifadelerle dile getiriliyordu: “Son bir kaç yılda pek çok yasa değiştirilerek, hukuk sistemi evrensel hukuk normlarından uzaklaştırılmış ve temel kişi hak ve özgürlükleri aleyhine bir baskı aracına dönüştürülmüştür. Her geçen gün daha da otoriterleşen AKP hükümeti yüzlerce gazeteci ve köşe yazarını uyguladığı baskılarla işlerinden attırmış, kamu gücünü kullanarak birçok gazete ve televizyonların, kendisine taraftar sermaye sahiplerine devredilmesini sağlamıştır.
“Son olarak 14 Aralık 2014’te Zaman Gazetesi ve Samanyolu TV yöneticileri başta olmak üzere gazeteciler, televizyon yapımcıları ve dizi oyuncuları ‘terör örgütü’ üyesi oldukları ve devletin egemenliğini ele geçirmeye çalıştıkları gerekçesiyle gözaltına alınmış ve bir kısmı da tutuklanmıştır. İktidar tarafından yeniden kurgulanan ceza yasaları ve yargı organları devreye sokularak eleştirel medya tamamen susturulmak istenmekte, gazetecilik bir meslek olarak bitirilmeye çalışılmaktadır.”
Türkiye’de yaşamaya devam edecek bir demokrat vatandaş olarak bu saygıdeğer aydınlarımıza minnetle teşekkür ediyorum.. İyi ki varsınız ve iyi ki hak-hukuk, demokrasi ve özgürlüklerden yana yükseltilen bu güçlü sese ortaksınız!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder